Küreselleşmeyi kabaca bir sistemin kendi sınırlarını aşması olarak tanımlamak mümkün. İkinci dünya savaşından sonra başlayan tartışmalar 1960’lardan itibaren Avrupa’da sosyal devleti öne çıkardı. Özellikle Almanya merkezli bu yapı daha sonra farklı ülkelerde kendini gösterdi. Ve dünyanın birçok ülkesi için örnek oldu. Ancak sosyal devlet ancak devlet kaynaklarına bağlı olduğu sürece, kaynakların artış hızı ile toplumun ihtiyaç hızı arasındaki artışın uyumu ile birlikte sürdürülebilecek bir sistemdi. Devletin sosyal giderlere kaynak ayırması azaldıkça sosyal devlet anlayışı da krize girdi. Ekonomik alanda yükselmeye başlayan liberalizm kendini iyice hissettirmeye başladı. Nihayetinde 1970’lerdeki petrol krizi ile başlayan süreç 1980’lerin başında ABD’de Ronald Reagan, İngiltere’de Margaret Thatcher, Almanya’da Helmut Kohl’un başa gelmesi ile yeni bir süreç başladı: Neoliberalizm.
Neoliberalizmi kabaca, ekonominin devletten bağımsız olmasını ve piyasanın kendi kurallarının kendisinin koymasını ifade eder. Yani devletin dışında olduğu bir ekonomik modele dayanır.
Bu ekonomik model aynı yıllarda (1980’ler) Turgut Özal’ın Başbakan olması ile Türkiye’de de kendini gösterdi anacak Türkiye’deki model hiç bir zaman Batı’daki örnekleri gibi olmadı. Çünkü Türkiye’de ekonomi hiçbir zaman devletten bağımsız olmadı. Devletin bir rant merkezi olarak ortada durduğu model bugün dahi terk edilmiş değildir.
2007’nin ikinci yarısından itibaren ABD’de başlayan kriz, finans piyasalarının reel piyasalardan çok daha büyük hacime ulaşmasının bir sonucudur. Yani reel sektörün büyüklüğünün yaklaşık 5 katına erişen finansal piyasaların büyüklüğü, sonunda finans balonunun patlaması ile son boldu. Ve başta ABD olmak üzere birçok ülke devlet kaynaklarıyla ekonomiye müdahale ederek krizi azaltmaya çalıştı.
Finans piyasalarının, reel ekonominin 5 katına kadar büyümesi temel olarak klasik iktisadi kuramları da anlamsız kıldı. İktisat’ı üretim, tüketim, bölüşüm etkinlikleri arasındaki ilişki olarak tanımlayan ekonomi de; sınırsız ihtiyaç ve isteklerinin, sınırlı kaynaklarla nasıl yerine getirebileceğini inceleyen bilimdir.
İşte karşıya karşıya olduğumuz küresel krizi ekonominin temel kavramları ile açıklamak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu durum Klasik iktisat anlayışının (Devletin ekonomiye müdanelerinin sınırlı olması gerektiğini savunan iktisat anlayışı) terk edilmesi ve Neoklasik iktisat anlayışı alması olarak tanımlanabilir. Elimizde Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde Prof. Dr. Fikret Şenses tarafından derlenen ve İletişim Yayınlarından Çıkan “Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma” tam da bu tartışmalar bağlamında daha önce yayınlanmış 19 makaleden oluşuyor. Yaklaşık 774 sayfadan oluşan bu kitapta yer alan makalelerin ortak kaygısını Şenses şöyle ifade ediyor; “Bu kitap belli başlı kalkınma sorunları üzerine odaklanarak iktisat bilimi ile kalkınma sorunları arasındaki kopukluk derecesindeki bu uyumsuzluğun giderilmesi çabalarına bir nebze olsun katkıda bulunmayı amaçlıyor.” Bu açıdan, makaleler kalkınma sorunlarına Neoklasik olmayan bir bakışla yazan yazarlar tarafından kaleme alındığını ifade etmeye gerek kalmıyor sanırım. Seçilen makaleler, kalkınma iktisadının ihmal edilmiş konuları ile daha günsel konuları derinlemesine ele alıyor. Temelde bir ders kitabı niteliği taşısa da bu konuya ilgi duyanların kolayca okuyabileceği bir dili ve dizgisi var.
Kitapta öne çıkan makaleler; “Bir Kalkınma İktisatçısı Olarak Karl Marx” (Pkabhat Patnaik), “Keynes Kalkınma İktisadı İçin Önemi” (John Toye), “Küreselleşen Dünyada Kalkınma Politikaları” (Joseph Stigltz). Bunların dışında Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren makalelerde var. Fikret Şensen’in “Neoliberal kürselleşme çağında yoksullukaraştırmalarındaki Kayıp bağlantılar: Türkiye Deneyiminden Çıkarılacaklar Dersler” ve yine Fikret Şenses ve Ziya Öniş’in birlikte yazdığı “Küresel Dinamikler, Ülkeiçi Koalisyonlar ve Reaktif Devlet: Türkiye’nin Savaş Sonrası Kalkınmasında Önemli Politika Dönüşümleri”. Kitapta öne çıkan bazı makaleleri okuduğunuzda, Kürselleşme, İksisat, Kalkınma İktisadı, ekonomi gibi alanlardabir çok yeni bilgiyi ve bakış açısını görebiliyorsunuz.
Kitap her ne kadar uzmanlık alanına hitap etse de içinden geçtiğimiz dönemin koşullarına baktığımızda yabancımız olmayan tartışmaların farklı okumalarını yapmak mümkün. Küreselleşme her ne kadar ekonomik tartışmaları ile anılsa da, bilgi ve kültüründe küreleşmeden payına düşeni aldığını bir yere not etmemiz gerekiyor. Küreselleşmeden kaçmanın mümkün olmadığı şartlarda en iyi yol, yarattığı etkilere hazır olmak ve dönüştüğü dünyaya adapte olmaktır.
Türkiye, iktisadi alanda Fikret Şenses ve Ziya Öniş’in makalesinde ifade ettiği gibi, Reaktif (takip eden) Devlet. Şenses ve Öniş bunu makalelerinde bunu iktisadi alanda analiz etseler de bunun izini her alanda görmek mümkün. Osmanlı’da üretim sadece var olan sistemi iademe ettirmek üzerine inşa edildiği için birikim ve ticaret bu topraklara çok uzaktır ve çoğu zaman azınlıklara kalmıştır. Ancak bu onların değil yönetenlerin tercihi oldu. Bugün belki iktisadi alanda referans almamız gereken yine Osmanlı’nın toplumsal talepleri uygun üretim modelini modernize ederek bugüne adaptasyonu sağlamak. Bugün Neoliberal İktisat anlayışı piyasayı rekabetsizleştirirken krizi sürekli hale getirmiştir. Oysa bugün olması gereken daha çok Keynesyen bir iktisat anlayışıdır. Ancak burada da temel sorun devlet müdahalesini tek bir sorun olarak görüp onu “siyaset üstü” ya da “siyaset dışı” olarak görülmesindedir. Galiba buna izin vermeyecek bir iktisadi modeli hayata geçirmekte fayda var.
Yeni yorum gönder