Bu yazının yazıldığı sırada, Nobel Edebiyat Ödülü’nün tam olarak hangi tarihte açıklanacağı bile belirlenmemişti. Ancak bahis sitelerinde isimler sıralanmaya başlamıştı. Birçok kaynağa göre bu yılın (da) favorisi Japon yazar Haruki Murakami. Murakami’yi Kenyalı yazar Ngugi Wa Thiong’o ve Amerikalı yazar Philip Roth takip ediyor. Listenin devamında da İsmail Kadare, Joyce Carol Oates, Adonis, Bob Dylan gibi –aslında isimlerini her yıl Nobel’le birlikte duymaya alıştığımız– isimler var.
Birkaç zamandır, sürekli favori gösterilmesine rağmen ödülü Murakami’nin kazanamaması, işi biraz Leonardo di Caprio-Oscar Ödülü karmaşasına çevirmiş durumda. Bunca “sündürülen” ödülün pek hayır getirmediğini de Leonardo di Caprio’nun “nihayet” aldığı ödülle birlikte gördük zaten. Bilmiyorum, Murakami de işin bu noktaya ulaşmasından rahatsızlık duyuyordur sanırım. Ne de olsa artık Murakami’nin kazanmasına sürpriz gözüyle bakacağız.
Bir taraftan da, Nobel “sürprizleri” Türkiye’deki yayın piyasasına –kaçınılmaz olarak– yön vermeye devam ediyor. 2014’teki ödülle birlikte, Patrick Modiano’nun “çok unutulanlar” arasında yer alan kitaplarının yeni baskıları yapıldı. Geçen yıl ise, bu açıdan daha da sürpriz bir isim çıkmıştı karşımıza.
Svetlana Aleksiyeviç ismini ilk duyduğumuzda, hemen Türkçeye çevrilen kitaplarına (Bir Nükleer Felaketin Sözlü Tarihi: Çernobil’den Sesler ve Nazi İşgalinde Sovyet Kadınları) bakarak, henüz “kurgu” kitapları çevrilmemiş bir isim olduğu yanılgısına düştük. Oysa, ödülün gerekçesinde de özellikle belirtilmişti: İsveç Akademisi, Svetlana Aleksiyeviç’in “yeni bir edebi tür” yarattığını söylüyordu. Çernobil’den Sesler kitabını okuyanlar için bu gerekçeyle ne kastedildiği açıktı aslında, ama tanışmak isteyenler için baskısı tükenen bu kitabı edinmek hiç de kolay olmamıştır eminim. Şimdi ise, Svetlana Aleksiyeviç’in yakın bir zaman önce Türkçeleştirilen İkinci El Zaman isimli çalışmasıyla birlikte her şey aydınlanmış oldu!
İkinci El Zaman’da Aleksiyeviç, bizi homo sovyeticus’la tanıştırıyor, yani “Sovyet insanı”yla: “Sanırım, bu insanı tanıyorum, çok iyi tanıyorum, onunla yan yana, sırt sırta yaşadım yıllarca. O – benim. Benim tanıdıklarım, arkadaşlarım, annem babam. Birkaç yıl bütün eski Sovyetler Birliği’ni gezdim, çünkü homo sovyeticus sadece Rus değil, aynı zamanda Belarus, Türkmen, Ukraynalı, Kazak...” Daha doğrusu, 1991-2012 yılları arasında bu insanlarla yaptığı söyleşileri derleyerek, Sovyetler Birliği’nin dağıldığı dönemde ve çöküşün ardından ortaya çıkan yeni Rusya’da yaşamın nasıl bir tecrübe olduğunu aktarıyor. Bunun yeni bir edebi türü ifade edip etmediğinin cevabı ise, Svetlana Aleksiyeviç’in 7 Aralık 2015’te yaptığı ödül kabul konuşmasında saklı: “Flaubert, kendisi için ‘kalem-insan’ demiş. Ben de kendim için ‘kulak-insan’ diyebilirim. Sokakta yürüdüğüm zaman, kulağıma birtakım kelimeler, sözler, nidalar çalındığında, hep şunu düşünüyorum: Zamanla ne kadar çok roman, iz bile bırakmadan kayboluyor. Karanlığa karışıyor. İnsan hayatının, edebiyata kazandıramadığımız sözlü bir kısmı var. Henüz değer biçmediğimiz, bizi şaşırtmayan, kendine hayran bıraktırmayan bir yan bu. Beni ise büyüleyen ve kendine esir eden şey. İnsanın konuşmasını seviyorum. Tek başına bir insan sesini seviyorum. En büyük aşkım, en büyük tutkum bu.” (Türkçeleştiren Nigâr Hacızade, 5harfliler.com)
Görsel: Seda Mit
Yeni yorum gönder