Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Öğle Uykusunun Daveti



Toplam oy: 1018
Thierry Paquot
Can Yayınları

Baharın ve yazın rehaveti bizim gibi sıcak memleket insanları tarafından kanıksanmış olsa da bu rehavetin çağırdığı öğle uykusuna direnebilecek insan çok azdır. Günün en sıcak saatlerinde, güzel de bir yemek yedikten sonra usul usul bastırır öğle uykusu. Belki bir cin gibi aniden yakalar sizi, içinize girer. Belki de peri gibi şefkatli kollarıyla sarmalar ve kendinizi ona teslim ederek bulduğunuz yere kıvrılırsınız.

Can Yayınları “Kırkmerak” dizisiyle meraklıların ilgisini çekecek meselelere el atarken bahar ve yaz mevsimlerinin öğle uykusuna davet eden günlerinde oldukça ilgi çekici ve de mevsime uygun bir kitap bastı: Thierry Paquot imzalı Bir Sanattır Öğle Uykusu. Başlığıyla ilgi çeken kitap içeriğiyle de hayal kırıklığına uğratmıyor. Öğle uykusu sevdalısı olsanız da, olmamak ne mümkün ama olmasanız da bir okur olarak sizi sürüklemeyi beceriyor.
Kitap başlığından da anlaşılacağı üzere elbette öğle uykusuna methiye düzüyor. Ancak bu kuru bir övgü kitabı değil.  Öğle uykusunu masaya yatıran yazar, öğle uykusundan boş zaman alışkanlıklarına/eylemlerine, boş zamandan genel zaman algısına, zaman meselesinden de zaman-mekan ilişkisine ve zamanın üretim süreciyle ilişkisine girerek bol kaynaklı, bol göndermeli bir metin sunuyor.

Giriş bölümüne kendi öğle uykusu deneyimiyle başlayan Paquot sözün başında, “Öğle uykusu bir zorunluluktur. Sizden bir şeyi kibarca istemek yerine basbayağı dayatır kendisini” diyor. Öğle uykusunun kendisini dayattığına –tecrübelerimin de katkısıyla- katılmakla birlikte onu bir zorunluluk olarak anmaya kıyamıyorum. Çünkü öğleyin uyumayı, genel anlamda uykudan/uyumaktan ayırmamın en önemli sebebi, öğle uykusunu zorunluluk olarak tarif etmeyişim.  Bana kalırsa bir zorunluluktan ziyade keyifli bir ihtiyaç olduğu için vazgeçilmez bir tiryakilik ve de sanattır öğle uykusu. Onu zorunluluk olarak anmak istemeyişimin bir nedeni de dört günlük kreş maceram sırasında öğretmenlerin, biz çocukları zorla ve hatta tehditle uyutmaya çalışmaları olabilir. Bu nedenle öğle uykusu, benim için yalnızca çocukluk anılarının o dört günlük kreş macerası için bir zorunluluk olarak kalmıştır. Şimdilerdeyse keyifli bir ihtiyaçtır. İhtiyaç olduğunu rahatlıkla söylememin nedeniyse tam da yazarın dediği gibi kendisini dayatmasıdır: “Oradadır işte, çekici, işveli, yumuşacık, kısacası dayanılmaz.  Sıcaklığıyla sarar sizi, okşar sever. Onu körü körüne izlersiniz. Gözleriniz siz istemeseniz de kapanır, bedeniniz gitgide gevşer, biraz sonra belli belirsizce içi boşalır sanki, hafifler, görünmez gibi olur, yok gibi. İçiniz mutlulukla bir mutlulukla biçimiyle dolup taşar. Bırakırsınız kendinizi, koyuverirsiniz ve içten içe şaşırarak benliğinizi teslim edersiniz. (...) Küçük bir kaçamak...”

Girişteki methiyenin ardından yazar, kitabın ilk bölümünde öğle uykusunun sanattaki yansımalarına yani öğle uykusu tablolarına bakar ve ona göre bu resimler; “ressamların genellikle öğle uykusunun cinselliğe, bedensel arzuya, bedenlerin birleşmesine eşlik ettiğini düşündürürler.” Gerçekten de bu resimlerdeki yarı çıplak insanların birbirine değmesi ve mayışmış yüzler, serbest kalmış bedenler cinsel çağrışımlara neden olmaktadır. Üstelik bu resimler bir yana, daha çocukluktan başlayarak öğle uykusunun sunduğu ‘gündüz düşleri’ imkanı ve çağrıştırdığı cinsellik başka metinlere de konu olmuştur. Sözgelimi Orhan Pamuk, anı kitabı İstanbul’da çocukluğunun öğle uykularını şöyle anlatır: “Öğle uykusu için beni yatağıma yatırdıkları, ama hemen uyumayıp Tommiks dergisinin sayfalarına baktığım tatlı ve sıcak bir öğle üstü, çükümün (annemin bibi dediği şey) sertleştiğini farkettim. Yarı çıplak bir Kızılderili resmine bakarken olmuştu bu. (...) Başka bir gün gene öğle uykusu için pijamalarım giydirilmiş olarak yorganın altında uzanmış, kendimi bildim bileli benim olan ayımla konuşurken gene aynı sertleşmeyi hissettim.”

Kitabın yazarı Paquot, Orhan Pamuk’a gönderme yapmamış olsa da “Kendine Ait Bir Zaman” başlığını verdiği bölümde onun gönderme yaptığı başka isimler ve metinler var. Bunlar arasında bu topraklardan andığı isim Yaşar Kemal. Konumuzla bizzat ilgili olan zaman meselesi için şöyle der yazar: “ Anne tarafından dedem hiç aksatmadan öğle uykusu uyurdu. Öte yandan ne sıra dışı bir adamdı, ne de keşiş: Belki de zamanın yoğunluğunu bizlerden daha iyi değerlendirir, vaktini tadına vara vara düzenlerdi. Bu konuda yalnız da sayılmazdı. Söylediklerime inanmıyorsanız, André Gide’in aynı zamanda Thomas Mann’ın Günlük’lerini okuyun, XIX. yüzyılda doğmuş bu adamların yaşamlarında öğle uykusunun önemini anlarsınız. Ama görünen o ki, Jorge Amado’nun, Yaşar Kemal’in, Tevfik el-Hakîm’in, Miguel Angel Asturias’ın, Rabindrath Tagore’un romanlarındaki pek çok kahraman için de öğle uykusu belirleyici bir süreçtir: insanın düşüncelere dalıp gittiği, düş kurduğu, keyif yaptığı ya da uyuduğu bir süreç.” Yazar, zaman meselesiyle ‘oyalandığı’ bu bölümde Perec’ten Andre Gorz’a uzanan çok çeşitli isimleri anar.

Kitabın ilgi çekici diğer bölümleriyse bunun gibi metinlerin tadı tuzu sayılan etimolojinin devreye girdiği “ Öğle İblisi” ve “Çalışma Saatleri” başlıklı bölümlerdir. Bu bölümlerde, siesta olarak anılan öğle uykusunun kelime anlamına bakılarak kökenlerine doğru yol alınır. “Sözcük (siesta) klasik Latince sexta (hora) sözcüğünden, ‘altıncı saat’ten, demek ki ‘günün ortası’ndan, ‘öğle’den gelir.” Kitapta farklı yerlerde bahsi geçen “altıncı saat” çevirmenin notuyla şöyle açıklanmıştır: “Eski çağlarda genellikle günbatımı yeni bir günün başlangıcı sayılır. Gece on iki saate ya da ‘nöbet’ denen üçer veya dörder saatlik zaman dilimlerine bölünmüştür. Gündüz ise gündoğumundan başlayarak on iki saate bölünmüştür. Bu düzenlemeye göre (gündüz) altıncı saat öğle vaktine işaret eder. Kutsal Kitap’ın Türkçe çevirisinde altıncı saat “saat on ikiden üçe kadar olan süreç olarak geçer.” Bu bilgilerden sonra kitap, öğle zamanının farklı kültürlerdeki farklı anlamlarına değinir. “Azteklerde, ‘öğle’ kurban etme törenleri için uygun bir zamandır; birçok Hint-Avrupa kökenli toplumda da, ‘öğle’ ölülerin, hatta kimi zaman ölümün vaktidir... Yunan mitolojisinde, Nymphalar ‘öğle’ vakti ortaya çıkıp Pan’ı danslarına katmaya çalışırlar.”

Herkesin ne anladığı bir yana, öğlen yapılacak en iyi şey kısa ya da uzun, derin ya da hafif demeden keyfimize göre güzel bir uyku çekmektir. Yazın güneşin mayhoşluğuyla, bir sonbahar günüyse yağmurda ıslandıktan sonra, işyerinde yemek molasının üstüne yapılacak tek şey kalır insana: uyumak! Öğle uykusu ihtiyacımız olan bir sanattır. Kimileri için güzel/özenli yemekler yemekten bile daha önemlidir. Hele bir de tüyleri battaniyeden daha yumuşak, gırlaması en güzel ninniden daha tatlı olan, uyumayı tam anlamıyla bir sanat haline dönüştüren ve çok iyi beceren bir kediyle yaşıyorsanız öğle uykusu kaçınılmazdır.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.