Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Okumadığınız için teşekkürler!



Toplam oy: 963
Dubravka Ugresiç
Ayrıntı Yayınları
Okumadığınız İçin Teşekkürler yayıncılık sektörüne ve kapitalist düzen içinde evrim geçiren kültür yönetimine eleştirel bir bakış getiriyor.

Neden bazı kitaplar çok satanlar raflarının daimi misafiridir de bazı kitaplar bu rafların yanına bile yaklaşamaz? Bir kitabın çok satmasını sağlayan nedir? Ya da iyi bir kitap ile kötü bir kitap arasındaki çizgi bir raf kalınlığında olabilir mi?

 

Hırvat yazar Dubravka Ugresiç'in Okumadığınız İçin Teşekkürler adlı kitabı tam da bu sorular etrafında dönüyor ve her ay birçok kitabın basıldığı edebiyat aleminde iyi olan ile kötü olanı ayıran perdede bir gölge oyunu sunuyor okuyucusuna. Her gün onlarca yeni kitap raflarda yerini alırken birçoğu da aynı hızla hafızalardan silinip gidiyor gerçekten. Bu korkunç bir tüketim çılgınlığı mı? Günümüzde meraklı okurların yerini belli alışkanlıkları sürdüren tüketiciler mi alıyor? Aynı zamanda bir akademisyen olan ve yaşamını Amerika Birleşik Devletleri'nde sürdüren Ugresiç, yayınevlerinden ajanslara, editörlerden süpermarket raflarına uzanarak okur/tüketicinin okuma/tüketme alışkanlıklarının izini sürüyor; bir nevi edebiyat dünyasında işlerin nasıl yürüdüğünü çözmeye çalışıyor.

 

Yazarın 1996 yılından 2000 yılına kadar yazdığı makalelerden oluşan bu kitapta, liberal kapitalist ekonomik düzen içinde metalaşan kültürü dert edindiği açık. Ancak yazarımız şikayet eden değil, alay eden bir üslubu seçmiş kendine. İç savaş öncesinin komünist Yugoslavya'sında yetişmiş, komünist sistemin çöküşüne ve kapı komşularının birbirini boğazlamasına şahit olmuş, sonunda kendini kapitalizmin ana vatanı Amerika Birleşik Devletleri'nde bulmuş olan Dubravka Ugresiç, bu yarı alaycı, yarı ironik üslubu yaşadıkları karşısında ayakta kalmasını sağlayan bir tür savunma mekanizması olarak geliştirmiş olabilir mi, düşünmeden edemiyorum. Benim açımdan akıl sağlığını başka türlü ayakta tutması mümkün görünmüyor doğrusu.

 

Yazar bu alaycı üslubunu, yazarın pazarlanabilirliğine göre kitap seçen yayınevi ve ajanslarda ya da erotizm, vampirler, zombiler gibi akımlara kendini bırakıveren şöhret budalası yazarlardan bahsederken iyiden iyiye sivriltiyor. Konu doğup büyüdükleri Doğu Avrupa ülkelerini terk edip gönüllü bir sürgünle kendini Amerika'da bulmuş yazarlara gelince gizli bir hüzün yerleşiyor yazarın sözcüklerinin arasına. Ugresiç belli ki sadece geride bıraktığı ülkeyi ya da insanları değil, geride bıraktığı ana dilini de özlüyor. Milliyetçi hezeyanlarla yakılan her kitabın külleri yazarın kalbinde yatıyor sanki. Öte yandan yazarın kendisini içten içe kanatan bu yarı-gönüllü sürgünlük halini yarattıkları markaların pazarlama stratejisi olarak kullanan hemşerilerini de affedemediği belli. İroninin altına gömülmüş öfke ister istemez belli ediyor kendini. Yazarın işlerliği kanıtlanmış birtakım şablonlar kullanarak, çok satanlar listesindeki yerini garantilemiş ünlü yazarlardan bahsederken kullandığı üslupla aynı yolda yürüyen hemşerilerinden bahsederken kullandığı üslup arasındaki fark açık bir biçimde belli ediyor kendini. Yazar birçok farklı ülkeden çıkmış bu ünlü yazarların şöhret ve başarı uğruna takındıkları bu tavrı, bir tür sisteme entegre olma hali olarak görüyorken, kendi ile aynı sistem içinde yetişmiş diğer yazarların bu kapitalist döngü içinde yer edinme mücadelesini kabullenememiş gibi görünüyor.

 

Sonuç itibariyle; Okumadığınız İçin Teşekkürler yayıncılık sektörüne ve kapitalist düzen içinde evrim geçiren kültür yönetimine eleştirel bir bakış getirmekle beraber, ne yazık ki sistematik bir çalışma olmaktan uzak. Ancak dört yıllık bir zaman zarfına yayılan bu makaleleri birbirinden bağımsız olarak okuyabilir ve kimi zaman bir sektör eleştirisiyle karşılaşırken, kimi zaman da satırlar arasında şartların ana vatanından uzaklara sürüklediği bir yazarın derin hüznüne şahitlik edebilirsiniz.

 

 


 

 

* Görsel: Mert Tugen

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.