Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

''Okumak'' Ama Nasıl?



Toplam oy: 132
Mieke Bal Dergâh Yayınları tarafından yayınlanan Yusuf Nasıl Sevilir’de Yusuf peygamberin Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssasını 17. yüzyılın en önemli ressamlarından Rembrandt’ın resimlerindeki izdüşümlerinden ve Nobel ödüllü Alman romancı Thomas Mann’ın Yusuf ve Kardeşleri romanından da istifade ederek, disiplinlerarası bir “okumaya” tabi tutuyor.

İnsanın kelimelerle olan ilişkisi, gördüklerini ya da hissettiklerini bir şekilde anlatma ihtiyacı, anlattıklarını salt düz cümlelerle değil bir tahkiye usulünce yapması vb. unsurlar, sözlü anlatılardan modern romana kadar uzanan başlı başına upuzun bir hikâyedir. Hatta sadece kelimelerle de değil, müzik ya da resimle, heykelle de anlatılar kurmuş, hikâyesini anlatma derdinin neticelerini birbirinden farklı birçok formda ortaya koymuştur insanoğlu asırlar boyunca. Anlatılan ne olursa olsun, sonuç olarak daima birer ayna olmuştur bizi kendimizi tanımaya, kendimizi bilmeye çağıran.


“Anlamamız gereken yer metinlerde değil sorularda”

Yaratıcısının insana vahyi de insandan tecelli etmesi hasebiyle peygamberler aracılığıyla ve kelimelerle olmuştur. Kutsal kitaplar, bizi her daim onları okumaya ve yine okumaya çağırmıştır. Hatta bir metafor olarak da “okumak” eylemi daima ön plana çıkarılmış, kâinattaki her şey okunması gereken ilahi bir mektup olarak görülmüştür. Bunun en hakiki örneği, şüphesiz, “Yaratan rabbinin adıyla oku!” ayet-i kerimesinin sırrıdır.
Öyleyse “okumak” sadece bir metni düz bir şekilde okumak anlamı da taşımamalıdır zihinlerimizde. Üzerinde inceleme yapıp kafa yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması, iyi ve faydalı sonuçlar üretilmesi gereken yönlerinin tanınması, hakikatini anlayıp kavranması gerekir “okunan” her şeyin. Okumak, ancak o zaman tam manasıyla “okumak” olur. 1991-2011 yılları arasında Amsterdam Üniversitesi’nde Edebiyat Teorisi profesörlüğü yapmış, kültür kuramcısı ve eleştirmen Mieke Bal da bu minvalde bir “okuma” yoluna girerek çok farklı bir çalışmaya imza atmış. Mieke Bal’ın Dergâh Yayınları tarafından Gülden Güllü’nün çevirisiyle Türkiye’de yayımlanan ilk kitabı olan Yusuf Nasıl Sevilir (kitabın kendi dilindeki ilk baskısı 2008 yılında yapılmış) adlı eseri bu okumanın en başat örneklerinden. Yusuf peygamberin Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim’de anlatılan kıssasını 17. yüzyılın en önemli ressamlarından Rembrandt’ın resimlerindeki izdüşümlerinden ve Nobel ödüllü Alman romancı Thomas Mann’ın Yusuf ve Kardeşleri romanından da istifade ederek, disiplinlerarası bir “okumaya” tabi tutuyor Bal, Yusuf Nasıl Sevilir kitabında.
“Geleneklerin bizim için korumayı başardığı metinleri anlamamız gereken yerin, sabit fikirli olarak metinlerde değil sorularda olduğunu iddia ediyorum” diyen Mieke Bal, tıpkı yazının başında değinmeye çalıştığım tarzda bir “okuma” yaparak, kişisel belleğinden başlayıp felsefeye, modernist anlatılara, resim sanatına, farklı kültürel yansımalara vb. kadar birçok açıdan Hz. Yusuf’un kıssasını mercek altına alıyor. Hz. Yusuf ve bizim kültürümüzde “Züleyha” ismiyle bilinen Mısır kralının hanımı arasında geçen kıssaya odaklanan bu okuma macerası, oldukça katmanlı ve zihin açıcı bir anlatıya sürüklüyor bizleri.

Okunması gerekene ışık tutuyor
Aslında tüm bu metinler arası okumaların yanında, kitap boyunca çok önemli bir ders sunmakta Mieke Bal, biz okurlarına: Sanatın, edebiyatın ya da kutsal metinlerin, hayatımızın her aşamasında bizi nasıl var ettiğinin, hayatımızı nasıl şekillendirdiğinin farkına varmamız gerektiğinin altını çiziyor. Bu farkındalık sayesinde, hakikatin bilgisine erişme yolunda “okumalar” arasında salınırken, bizi biz yapan ve asıl “okunması” gereken bilgilere, öğretilere, geleneklere ve hikâyelere de ışık tutuyor.
Tüm bunların yanında, kendimize şu soruları sormakta fayda var diye düşünüyorum bu kitabın ana fikri bağlamında: Okumaya çalıştığımız şey ne olursa olsun, nihayetinde bir ayna gibi kendimize tuttuğumuzda bu “okuma” çabasını, gördüğümüz şeyden memnun kalabilecek miyiz? Modern dünyanın bizi şekillendirme, sözde “birey” olarak yaratma çabasındaki vahşi olguları görebilecek miyiz bunca perdenin arkasında? Kâinat kitabını okumaya mı gayret edeceğiz yoksa ezberler arasında sıkışıp kendi benliklerimizi mi temize çıkartacağız nihayetinde?
Yusuf’u nasıl seveceğiz?

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.