Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Okyanusun Korosu: Derinlikler



Toplam oy: 155
Rivers Solomon Derinlikler’de, ne kadar acı olursa olsun toplumun geçmişiyle hesaplaşmasını ve kabullenmesinin önemini işliyor. Yazar hamile köle kadınların katledildiği vahşi katliamı gözler önüne seriyor ve alternatif kurgusuyla geleceğe, geçmişi hatırlayarak umutla bakıyor.

Spekülatif kurgunun farklı alanlarında eserler veren 1989 doğumlu yeni bir kalem Rivers Solomon. Amerikalı yazar, ne yazık ki daha dilimizde okuma fırsatı bulamadığımız bilimkurgu türündeki An Unkindness of Ghosts (2017) adlı ilk kitabıyla adından söz ettirmişti. Ardından son yazdığı doğaüstü unsurlarıyla dikkat çeken ikinci kısa romanı Derinlikler (The Deep, 2019) ile tekrar okurun karşısına çıktı. Bu kitap yakınlarda Burcu Uluçay çevirisiyle, Çınar Yayınları aracılığıyla orijinal basım tarihinden kısa süre sonra Türkçede okurlarıyla buluştu.

Kitabı elinize aldığınızda önemli bir detay dikkatinizi çekecektir. Rivers Solomon’un yanı sıra kapakta 3 isim daha yer alıyor. Bunun sebebiyse aslında proje diyebileceğimiz farklı bir eserle karşı karşıya olmamız. Solomon dışındaki diğer isimler edebiyat camiasından değil; Clipping adlı deneysel rap grubunun üç üyesi. Lakin şarkı sözleri ve hikâye anlatıcılığına yer vermeleriyle edebiyata yakın bir müzik grubu olduğunu söyleyebilirim.
Müzik ve edebiyatın kesişimi
Müzik her zaman edebiyatla içli dışlı oldu. Hatta birçok müzik eserini, özenli sözleriyle edebiyat eseri dahi kabul edebiliriz. Edebiyat camiası da bu görüşe hiç uzak değil. Öyle ki ne kadar birçokları tarafından sürpriz olarak karşılansa bile, hatırlanacağı üzere 2016 Nobel Edebiyat Ödülü birçok efsane şarkıya imza atan usta Amerikalı şarkıcı ve söz yazarı Bob Dylan’a verilmişti. Bu da müziğin edebiyatla ilişkisinin bilinen yüzünün resmî belgesi olmuştu.
Bilhassa progresif rock müzik gruplarında sadece itinalı söz yazımı değil, aynı zamanda detaylı hikâye anlatımının da olduğu uzun şarkılarla yıllardır sık sık karşılaşıyoruz. Bunun en güzel örneği olarak Kanadalı müzik grubu Rush’ın albümüyle aynı ismi taşıyan 20 dakikanın üzerindeki şarkısı 2112 verilebilir. Ancak sadece sözsel anlatıma sınırlanmamak lazım, salt melodilerin edebiyatla ilişkisini de küçümsememek gerekiyor. Enstrümantal şarkılar üzüntüden mutluluğa farklı farklı hissiyatları yaşatmasının ötesinde açık uçlu olarak dinleyiciye mikrofonu vererek yeni dünyalar yaratmasına imkân tanıyabiliyor.
Detroit çıkışlı sözsüz müzik yapan tekno-elektronik müzik grubu Drexciya’dan Rivers Solomon’un kısa romanına giden yol bize bunu ispatlıyor. Kısaca anlatmak gerekirse; Drexciya neredeyse sözsüz şarkılarıyla, Afrikalı köle hamile kadınların hastalıklarından yahut yük olarak görüldüklerinden denize atıldığı kederli bir yaşamdan; “İnsanlar su altında nefer alabilir mi?” sorusundan hareketle alternatif sualtı mitolojisi oluşturdu. Anne rahmindeki fetüsün su ortamında yaşayabilmesi bilgisini yanına alarak, bu süre içinde bebekler denizde doğsalar ve suda evrim geçirseler ne olurdu üzerinden alternatif gerçeklik yarattı. Drexciya’nın hayali dünyasından hareketleyse Clipping, The Deep adlı şarkısıyla kendi efsanesini yarattı. Bu kederli gerçekliğe karşı yaratılan yeni yaşama kendi zihnini ortaya koyan son isimse, The Deep şarkısından esinlenen Derinlikler’le yazar Rivers Solomon oldu: “Bu onların geçmişiydi. Hikâye orada başlıyordu. Boğularak.”
Acımasızlıktan, vahşilikten yeni bir yaşam doğar. Denize atılan hamile köle kadınların bebeklerine okyanus hayat verir ve onlara yaşama imkânı sunar. Okyanusun derinliklerinde yaşayan Wajinru halkı, işte böyle bir kederli geçmişten geliyor. Ancak doğuş hikâyeleri o kadar acı ki kurucular bu toplumsal hafızayı halkın kaldıramayacağını düşünmüş ve gerçeği saklamışlar. Yaşayanlar da hatıralar olmadan yaşayacak şekilde evrimleşmişler: “Hafızaları haftalar ya da aylar içinde solar giderdi; bu, unutkanlığa olan biyolojik yatkınlıklarıyla olmadıysa o zaman tamamen irade gücüyle olurdu.”
Hatırasız hayat mümkün değildir
Hatıralar olmadan yaşamak pek mümkün değil. İnsanların hayata adapte olması ve varlığını sürdürebilmesi için geçmişine ihtiyacı var. Bu sebeple her nesilde geçmişin acılı yükü Tarihçi adını verdikleri bir kişiye veriliyor. Toplumsal hafıza sadece Yetu adlı bir kadının omuzlarında ve Tarihçi her yıl bir kere olmak üzere hatıraları tüm halka aktarıyor, “Wajinrular uzun süreli bellekleri ve ayrıntılarla dolu hatıralar olmadan hayatı içlerinden geldiği gibi yaşıyor, suçluluk hissinden azat oluyorlardı ama bir zaman sonra daha fazlasına ihtiyaç duymaya başlarlardı. İşte bu yüzden, Yetu’nun yılda bir kez sadece birkaç gün sürse de onlara Hatırlayışlar’ı vermesi gerekirdi.” Ne kadar kaçılsa da Wajinrular için bile hatıralar olmadan yaşamak mümkün değil, toplumun iyiliği için Tarihçi Yetu kendini feda ediyor, ancak bir noktada toplumun geçmişiyle hesaplaşması gerekli.
Solomon kitabında, ne kadar acı olursa olsun toplumun geçmişiyle hesaplaşmasını ve kabullenmesinin önemini işliyor. Yazar hem vahşi katliama ışık tutuyor hem de alternatif kurgusuyla geleceğe hatırlayarak umutla bakıyor. Akıcı anlatımı ve keyifle okunmasının yanı sıra anlattıklarıyla okurun düşünmesine, toplumsal geçmişe yeni bakış açısıyla bakmasına vesile olabilecek değerli bir eser. Okyanusun nabız atışları; Wajinrular, yani isimlerinin ardındaki anlama göre derinliklerin korosu, hatırlıyor ve yaşıyor.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.