Güneye inip popüler tatil bölgelerinin doğusuna doğru gittiğinizde Adana'ya, Çukorova'ya varıyorsunuz. Çukurova deyince aklımıza gelen ilk isim, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Yaşar Kemal. Onun Çukurova anlatımının tadı farklıydı.
Yaşar Kemal'de olduğu gibi başkalarının da Çukurova'sı var. Daniel Arsand bunlardan biri. O da kendi geçmişinde kulağına çalınanlardan, araştırıp dinlediklerinden hareketle bakıyor bölgeye. Dolayısıyla anlatımlar ve gerçekler kesişiyor.
Bağnazlığa sevk edilen kızışmış insanlar
Daniel Arsand, Ermeni asıllı bir Fransız yazar. Kilikya Krallığı'ndan yirminci yüzyılın başına dek uzanan köklü geçmişten bir kesit sunuyor Arsand; Seyhan Nehri'nin güçlü suları civarında dolanıyor, Ermeni mahallesindeki Paskalya kutlamalarına dahil olup oranın çocuklarıyla yüzleşiyor. Takvim bayramı gösteriyor fakat o bilindik neşe biraz uzakta. 1909'un bahar aylarındaki nemli sıcağın bunalttığı insanlar ve Çukurova'nın uçsuz bucaksız hali, Arsand'ın başlangıçta çizdiği manzarayı oluşturuyor.
Nisan 1909'a kadar Adana'da, pek çok kentin aksine huzur hâkim: Herkes kendi inancına göre dua ediyor, cemaatler arasında barış var; kısacası birbirine çarpan insanların sayısı hayli az. Buna rağmen memleketine dönüp dönmeme ikilemi yaşayanlar ve geldiklerinde zihinlerinde eski günlerin acılı hikayeleri canlananlar da mevcut. Tabii güneşin altında değişmeyen bir kuralı da atlamamalı: "Farklı inançlardan bir genç kızla bir delikanlı birbirine sevdalansa ceza ve lanet peşlerini bırakmaz."
Dağılan ve can çekişen imparatorluk ortamı ise tehlike saçıyor. Ermeni mahallesinde bir tuhaf huzursuzluk; herkesin ortak görüşü "Ermenilere sadece tahammül edildiği" ve Ermenilerin "kendilerini çıplak hissetmesi."
Kitapta dikkat çeken şeylerden biri değişimin hikayesi. Bölgede bir arada yaşayanların sonradan yavaş yavaş başkalaşan ilişkileri, aslında sadece Çukurova'daki halklara değil, buna benzer çözülmelere tanık olan ya da bunu bizzat yaşayanların öykülerine de dokunuyor.
Kitabın bir başka yönü, ayrı mahalleler arasında değil aynı mahallede bile başgösteren gerginlikleri konu alması. Dolayısıyla Arsand kovalamacaları, günden güne açığa çıkan sırları ve ötelenmiş hesaplaşmaları da anlatmaya koyuluyor. Tozu dumana katan karmaşa ve cinayet, Adana'daki tüm taşları yerinden oynatıyor: "Sıcaklık artık gökyüzünden değil, (Vali) İhsan Fikri tarafından bağnazlığa sevk edilen kızışmış insanlardan yayılıyordu."
Yanıtsızlığa götüren suskunluk
Arsand'ın anlattığı galeyan hali, hem Anadolu'da hem de çeşitli coğrafyalarda tanık olduğumuz ya da okuyup öğrendiğimiz türden. Başı sonu birbirine karışan, iyiyle kötünün ve suçluyla masumun yerinin değiştirildiği düzensizlik durumu; barikat kurmak zorunda kalanlarla barikatı yıkıp geçenlerin, bölgede huzurla yaşayanlarla imparatorluk içinde bir başkasını kurmak isteyenlerin mücadelesi bir bakıma. Bu mücadelenin "doğal" sonucu da "gidecekler", "kalacaklar" ve "gidenlerden boşalacak yerlere yerleştirileceklerin" listelerinin yapılması.
Olayların katliam ve kin gütme noktasına nasıl geldiğini anlamak için Arsand'ın verdiği ipuçlarını izlememiz yeterli; bunların en çok öne çıkanı ise yalanlar ve kışkırtmalar. İç içe yaşayan ama gün gelip de "yabancı" olarak görülenlerin ötekileştirilip yok edilme sürecini hüzünlü biçimde ve 1900'lerin başındaki Adana özelinde anlatıyor yazar. Zaman kavramının yok olduğu, doğruyla yanlışın seçilemediği günleri yaşayan bir kentin eski haline bir daha dönmeyecek ilişkilerine de atıf yapıyor Arsand. Derin suskunluk ise neredeyse hiçbir soruya artık doğru düzgün bir yanıt alınamayacağını fısıldıyor. Hoşgörü, soğukkanlılık, fedakarlık gibi kelimeler de anlamını yitiriyor.
Arsand, kurgu da olsa içinde gerçeklik payı bulunan ve acıların hâlâ ne kadar taze olduğunu anımsatan Adana'da Bir Nisan'ı yazarken zamanaşımı veya "imparatorluğun kabahati" gibi bir gerekçenin geçerli sayılamayacağının altını çiziyor. Aynı mahallede omuz omuza duran Ermenilerle Türklerin, kışkırtıcıların harladığı ateşle nasıl ayrı düşürülebileceğini gösteriyor.
Yazar, geçmişte ve bugün hâlâ işleyen bir kuralı daha hatırlatıyor: "Ölüler adaletin yerine getirilmesini talep eder." Belki de yüzleşmemiz gereken asıl mesele bu...
* Görsel: Seda Mit
Yeni yorum gönder