Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş



Toplam oy: 1405

Bu dünya baştanbaşa aslı olmayan bir masal gibidir. Yeryüzünde yaşayan tüm canlılar eninde sonunda ölümle yüzleşir. Çünkü yeryüzünde her ne varsa geçici ve ölümlüdür. Mezarlıkların kapısına, şehrimize veya tesisimize “hoş geldiniz” gibi büyük harflerle yazılan Al-î Îmrân süresinin 185. ayetindeki gibi “Her canlı, ölümü tadacaktır.”

İnsanoğlu çağlar boyunca ölüm karşısında hep çaresiz kaldı. Bu yüzden de ölüme bir sürü anlam yükledi. Böylece bir nebze de olsa kendini avutmaya çalıştı. Fakat bu çaresizliği onun peşini hiç bırakmadı. Kil tabletler üzerine yazılmış neredeyse “yazı” kadar eski olan Gılgamış Destanı, Kral Gılgamış’ın ölümsüzlük peşinde koşarken yaptığı yolculuğu anlattır. Gılgamış Destanı bilinen en eski edebi metinlerden biridir. Gılgamış’ı bu ölümsüzlük yolculuğuna çıkartan da Can Dostu Enkidu’nun ölümüdür. Tüm insanlar ölüm karşısında çaresiz olduğu gibi Gılgamış da Enkidu’nun ölümü karşısında çaresizdir. Enkidu’nun ölümünü kabullenmediği için gömülmesine de gönlü razı olmaz. “Ta ki burnundan kurtçuklar düşene kadar” İşte bu son, Gılagmış’ın yüreğini yakar ve yüreğinin toprağına ölüm korkusunun tohumunun atar. O günden sonra da ölümden korkmaya ve günlerce bozkırda başıboş dolaşmaya başlar.  Kendi sonunun da Enkidu gibi olacağını düşünür. Bu korkunun verdiği huzursuzlukla da ölümsüzlüğün peşine takılır. Utanapişti’nin yanına kadar gider. Fakat çıktığı bu uzun yolcuktan Uruk’a yine eli boş döner.  Ve destanın şu ilk dizelerini yazarak hikâyesini anlatmaya başlar. “Bitkin, fakat yatışmış olarak / Kazıdı mezar taşının üstüne / Başından geçen her şeyi!”

Gılgamış’ın bu ölümsüzlük arayışına karşı “Ölüm bir varmış bir yokmuş” adlı kitabında Saramago bu sefer ölümsüzlüğü Saramagovari bir şekilde sorgular. Roman “Ertesi gün hiç kimse ölmedi.”cümlesiyle başlar. Bu şekilde adı bilinmeyen bir ülkede ölüm faaliyeti tümünden durur. Yani bir anlamda ölüm meleği tatile çıktığı için herkes ölümsüz olur. Ölümün durmasıyla ve insanların ölümsüzleşmesiyle birlikte Saramago bu sefer kurumların varlığını sorgular. Ölümün bir an önce geri gelmesini nedense en çok kilise ister. Eğer diğer dünya yoksa, işlevinin sona erdiğinin farkındadır. Artan yaşlılığı, hastanelerde biriken hastaları ve tüm bunların bileşeniyle birlikte doğan kaosu anlattır.

1998 yıllında Nobel Edebiyat Ödülü alan Portekiz edebiyatının dünyaca tanınan ünlü romancısı Jose Saramago, Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş adlı romanında insanların ölümsüzlük istekleriyle de bir şekilde alay eder. Saramago’nun okuyucuları onun bu üslubuna yapancı değiller. Yine “Kısırdöngü” adlı hikâyesinde bir başka şekilde ölümü sorgular. Bu öyküde ölümden korkan ve mezar taşı bile görmeye tehamülü olmayan bir kralı anlattır. Kral kaçtığı ölümü ve onu hatırlatan her şey görmemek için merkezi mezarlık fikrini geliştirir. Ülkedeki tüm ölüler mezarlarından çıkarılıp bu merkezi mezarlığa taşınır.

Saramago’nun olağanüstü düş gücünü ve keskin mizahını diğer eserlerinde olduğu gibi bu iki eserde de görmek mümkündür.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.