Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ortadoğu’nun Carrie Mathison’ı



Toplam oy: 820
Elçin Poyrazlar
Kırmızı Kedi Yayınevi

Elçin Poyrazlar, Gazetecinin Ölümü adlı ilk polisiyesinin ardından, Kara Muska ile okurlarının karşısına yeniden çıkıyor. Gazetecinin Ölümü’nde, Washington’da gelişen politik bir olayın izini sürerken tanıştığımız Selin Uygar karakteri, Kara Muska’da bu kez İstanbul’da... Selin  Uygar  aslında bir gazeteci. Ancak siyasetteki gelişmeleri takip etmesinin, gazeteciliği de aşan bir boyutu var onun için. Hem mesleğinin hem de aralarına karıştığı farklı örgütlenmelerin baskısını, idealize ettiği bir hayat görüşüne yaslanarak göğüsleyebiliyor Selin Uygar. O bu haliyle -metnin kurgusal gerçekliğini göz önünde bulundurursak- bir çeşit ajan; Homeland dizisindeki Carrie Mathison’ı hatırlatıyor! Bu anlamda, Selin Uygar merkezli kurgusuyla Kara Muska, gündelik siyasetteki gelişmelerle bir paralellik gösteriyor; böylelikle metin de, siyasi polisiye literatüründeki yerini alıyor.

 

 



Selin Uygar  hakkında bildiklerimiz, bir karakter olarak gazeteci kimliğinin ve buna bağlı olarak yaptığı seçimlerin bize söyledikleri kadar. Amerika’da başlayıp Hollanda’da devam eden bir gazetecilik macerası olduğunu öğreniyoruz. Bu esnada hem haber alma teşkilatı hem de polis teşkilatı ile, devletle ve medyayla kurduğu ilişkiler onu kendisini karmaşık bir ilişkiler ağının ortasında bulmasına sebep oluyor. Bununla birlikte teşkilat içinde görev yapan bir tetikçi/ajana âşık oluyor. Bu aşk şeması kurguda önemli, çünkü ilk çatışma anlarından birini yaratıyor. Hem kurgunun başından beri tanışmış olduğumuz derbeder vaziyetteki Selin Uygar’ı içinde olduğu ruh iklimiyle beraber anlamaya çalışıyoruz hem de kitabın ikinci yarısında Selin’i İstanbul’a getiren şeyin ne olduğunu çözümlemede bu aşk ilişkisinin sert dokunuşlarına tanıklık ediyoruz. Tüm bu göstergelerin ışığında, aslında, bir anlamda Hollywood merkezli politik sinema ve dizi sektörünün konturlarını belirginleştirdiği ajan profilinin bir tezahürünü görüyoruz Selin Uygar’da. Bu profilin temsil ettiği polis/dedektif –kadın ya da erkek olmasının bir önemi olmamakla birlikte– hayatının bir döneminde mesleki kariyerini yitirmiş ya da yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış, manik depresif bir süreci geride bırakıp yeniden hayata dokunmak için gayret gösteren bir anti kahramandır çoğunlukla. Ve bu profil, bazı ufak tefek farklılıklarla birlikte yeni nesil polis/ajanı tekrar üretiyor polisiyelerde. Selin Uygar, inişlerle ve çıkışlarla dolu mesleki kariyerindeki kararlılığını ve içgörüsünü, Ali’yle yaşadığı ilişkiyle birlikte kaybediyor. Onun karanlığı ve tekinsizliği pek çok belayı da Selin Uygar’ın hayatına davet ediyor.



Öte yandan Selin Uygar’ın geçmişi hakkında kendisi gibi okurun da sahip olduğu hikayeyi, anlatacakları ile tersyüz eden önemli karakterlerden birisi de Bahtiyar Amca. Selin’in geçmişte yaşadıklarını ve bugün yaptığı seçimlerini etkileyen şeyleri Bahtiyar’ın tanıklıkları ile öğreniyor okur. Onların arasındaki bağ, ülkenin geçmişle arasında kurduğu simbiyotik bağın da bir göstereni aynı zamanda. İstanbul İl Emniyet Müdürü Ünsal Yüksel’e düzenlenen suikast ile birlikte –bugünkü siyasi konjonktürle eşzamanlı olarak– Ortadoğu menşeili radikal İslamcı örgütlenmeleri metnin merkezine koyuyor Poyrazlar. Kitabın ikinci yarısından itibaren Selin’in bu örgütlenmelerle yaşadığı kovalamaca, sürükleyici bir dille anlatılıyor.



Elçin Poyrazlar, Kara Muska’da biçim ve anlatım dili açısından önemli bir şey yapıyor. Metnin çekirdeğini oluşturan politik suikast ve gündelik siyaset, sinematografik bir dille biçim kazanıyor. Elçin Poyrazlar, okura siyasi polisiye türünde bir dizi ya da televizyon filmi tadını veriyor kurduğu bu dille. Ayrıca metin, güçlü tasvirlerle İstanbul’u da yardımcı bir karakter olarak yeniden var ediyor; okurun bu etkili anlatımla duyumsayabildiği bir mekana dönüşüyor İstanbul Kara Muska’da. Bir o kadar da tekinsiz bir yeniyi, geleceği temsil ediyor kent..



Selin Uygar, kendisinden önce görmeye alıştığımız dedektif, polis/casus profillerine benzer bir profile sahip. Ancak metnin anlatım gücü ona ve hikayesine dokunabilmemize, onu daha kolay kabullenmemize olanak tanıyor.





Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.