Gazetecinin Ölümü, ABD ve Türkiye'nin Ortadoğu politikaları üzerine kurgulanmış bir roman. Elçin Poyrazlar, bugünlerde daha da yakıcılaşan bir meseleyi polisiye bir hikaye içinde -siyasi komploları, basiretsiz politikacıları, bağımsızlığını yitirmiş medyası, karanlık ve kirli çıkar ilişkileriyle birlikte- canlandırmış...
Hikaye bir gece vakti, “Ülke gazetesi” Washington muhabiri Selin Uygar'ın uykusunu bölen bir telefonla başlıyor; "Vedat öldü"!.. Selin Uygar, öldürülen Vedat'ın çok uzun yıllardan beri Washington’da çalışan ve milliyetçi görüşleriyle tanınan bir gazeteci olduğunu hatırlar. Biraz araştırdığında Vedat'ın kayıp olduğunu öğrenir. Aynı sıralarda Türk kültür ataşesi Mehmet Türkkan da ortadan kaybolmuştur. Birkaç gün sora Virginia’da Potomac Nehri kıyısında bulunan cesedin Vedat'a ait olduğunu düşünen Selin yanılmayacaktır. Üstelik boğulmamış, ensesine sıkılan bir kurşunla öldürülmüştür. Olayın Vedat'ın eline geçen bir haberle ilgili olduğunu düşünen Selin, ister istemez olaya karışıverir. Maili gönderen Dike isimli esrarengiz adam randevuya ABD hükümetinin gizli belgelerini, hatta ABD Başkan Yardımcısı ile Türkiye Başbakanı arasındaki telefon konuşması kayıtlarını da getirir. Bu bilgilere göre bölgeye -ABD yetkililerinin açıklamalarının tersine- (Ortadoğu'ya) muazzam bir silah sevkiyatı yapılmakta, tonlarca mühimmat, gemi ve uçaklarla taşınmaktadır.
Dike, Vedat'ın bu bilgileri zamanında kullanamadığı için öldürüldüğünu ekleyecek, Selin için de aynı tehlikenin söz konusu olduğu uyarısını yapacaktır. Selin Türkiye'deki gazetesine haberi ilk geçtiğinde her iki ülke yetkililerinin tepkileriyle karşılaşır. Üstelik peşine takılan kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırılmak istenir. Hayatını güvence altına almak için haber yapmayı sürdürmesi gerektiğini anlamıştır. Ne var ki Türkiye'deki gazetesi Selin'in haberlerini basmayacaktır. Birkaç Amerikalı gazeteci ve kendisi gibi Washington muhabirliği yapan Türk gazeteci Ali dışında güvenecek kimsesi kalmayan Selin, ABD derin devleti içinde yapılanmış siyasi ve ekonomik anlamda büyük bir güce sahip bir şirketle ölüm kalım mücadelesine girişecektir...
Habercilik ağır basıyor
1975 Bursa doğumlu Elçin Poyrazlar, Belçika’da Avrupa Birliği ve uluslararası ilişkiler üzerine yüksek lisans, Brüksel Hür Üniversitesi’nde (ULB) ekonomi/politika doktorası yapmış, bu dönemde gazeteciliğe başlamış, ardından Cumhuriyet gazetesinin önce Brüksel ardından Washington temsilciğini üstlenmişti. İlk romana işte bütün bu deneyimlerini -özellikle Washington temsilciliği dönemini- yansıtmış.
Hikayenin merkezinde iki -ikna edici- komplo teorisi var: ilki, bazı şirketlerin Obama'yı bile baypas ederek -silah satışlarını artırmak amacıyla- Ortadoğu'daki savaşı kışkıtmaları; ikincisi, ABD ve Türkiye arasındaki gerilimin her iki ülke hükümetlerinin çıkarlarını korumak maksadıyla yaratılmış sahte bir politik durum olması. Bu teoriyi romanda ABD Başkan Yardımcısı’nın ağzından dillendiriyor Elçin Poyrazlar: "Türkiye aslında bize çok benzeyen bir ülke. Şimdiki iktidarın özellikle Ortadoğu’da büyük bir güç olma hayali var. Onlar bu bölgenin efendisi olmak istediklerini açıkça söylüyorlar. Bizimle aynı çizgide oldukları sürece bu bize de uyar. İlişkileri kötü gösterme meselesine gelince sizinki gibi komplo teorilerine inanan ülkelerde Amerikan karşıtlığı iç politikada siyasi bir sermaye olabilir. Biz hükümetin bunu kullanmasına ses çıkarmadık. İçerde ne yaparlarsa yapsınlar yeter ki dış politikada bizimle olsunlar.”
Gazetecinin Ölümü’nde Elçin Poyrazlar, yazarlığın yanı sıra haberciliği de elden bırakmamış. ABD-Türkiye ilişkileri ve Ortadoğu politikası etrafında gelişen hikayede zaman zaman mesleğe bağlılığı daha ağır basıyor. Belki de doğrulanmayacağı için açıkça yazamayacağı kimi bilgi de vardır bu romanın içinde. Ancak bunlar edebiyatın ilgi alanına girmez; dahası, günlerini irili ufaklı nice komployla geçiren bir milletin fertlerini -hiçbir komplo teorisi- şaşırtmaz.
Edebiyat açısından önemli olan ABD-Türkiye-Ortadoğu üçgeninde oynanan oyunların edebiyat yoluyla sergilenip sergilenemediğidir. İşte bu konu biraz sıkıntılı. Öncelikle roman kahramanını fazlasıyla mükemmelleştirmiş Elçin Poyrazlar. Söz konusu mükemmelleştirme Selin Uygar'ı 2000'li yıllardan bu yana tekrarlana tekrarlana klişeleşen sevimsiz bir tipe dönüştürüyor; Selin güzel, akıllı, başarılı, kariyer sahibi, özgür bir kadın. Baş altına soyunan erkek karakter Ali de ondan farksız. Kısacası romanın "politically correct" tezlerini savunmak için insani açıdan pek de "correct" olmayan bir tutum bu. Türk romanının ana akımında yaşlılara, çocuklara, çirkinlere, sakatlara, güçsüzlere, hayvanlara neredeyse hiç yer verilmiyor.
Hikaye romanın gövdesidir ama romanı asıl güzelleştiren kişileri, dili, olay örgüsü ve işçiliğidir. Akış hızı, güncelle kurduğu ilişkisi, siyasi göndermeleri ve yarattığı beklentilerle Gazetecinin Ölümü’nün hikayesini beğendim. Ancak işçilik konusunda eksiklikler olduğunu düşünüyorum. Gerilimi daha da artırabilecek anları, mesela üsten kaçış sahnesini kısa kesmiş. Tasvirlerle hemen hiç uğraşmamış. Bu durum, hikayenin geçtiği ülkenin ve gerilim sahnelerinin atmosferini hissetmemizi engelliyor. Mesela Selin'in 19. yüzyılda tamamlanmış bir kütüphanenin merdivenlerine yöneldiği sahne; "Duvar ve tavanlardaki resimler ve mozaikler her gelişinde onu büyülerdi." Bu kadar. Biraz renk, biraz resim tasviri katsa biz de Selin'in duygularina eşlik edebilirdik...
Bu saydığım eksiklikleri ilk roman yazmanın tecrübesizliği ile açıklamak mümkün. Ancak çelişkili gördüğüm bir yan var ki açıklamasını bulamadım. Kahramanımız Türk hükümetinin çıkarlarına ters düşen bir işe kalkışmış, elçilik görevlisini terslemişken mücadelesini MİT'çi sevgilisiyle birlikte sürdürüyor. Bu noktada "kurmaca" deyip geçmek ve aşkın gücüne inanmak durumunda kalıyoruz...
* Görsel: Gençay Aytekin
Yeni yorum gönder