Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Oysa kitapçının küçüğü makbuldü...



Toplam oy: 709
Petra Hartlieb /// Çeviren: Sevgi Tuncay
Timaş Yayınları
Hayallerimin Kitapçısı tam anlamıyla bir kurgu eser değil; Petra Hartlieb'in hayallerinin nasıl gerçeğe dönüştüğünü anlatan bir nevi günlük aslında.

1998 yılında Mesajınız Var filminin hayatımıza girmesiyle beraber, uzun yıllar boyunca, küçük kitapçı dükkanı dendiğinde akla gelen ilk isim “Köşedeki Dükkan” oldu. SabitFikir gibi içinden edebiyat geçen bir dergiyi okuduğunuza göre, sizin de zaman zaman, “İşi gücü bıraksam, bir minik kitapçı açsam, kitap kokularını içime çekerek keyifle çalışsam,” dediğiniz olmuştur. Hangimizin olmadı ki! Ama o arada bir zamanların Köşedeki Dükkan’ının yerini bizim için İstiklal Kitapçısı almıştı ya da Pandora ya da Robinson Crusoe 389 ya da Simurg ya da adını kıyıda köşede aklımızda tuttuğumuz ama büyük balıklara çoktan küçük birer lokma olmuş ya da olmamak için sıkı savaş veren onlarcası... Fakat hayaller baki ve dünyanın bir yerinde hâlâ bu savaşı kazanmak için direnenler olduğunu bilmek bile bir umut! 

 

Maaşlı, sigortalı, mesaili işi bırakıp, borç harç bir kitapçı satın almak, üstelik bunun için başka bir şehre taşınmak... Bugün bu fikrinizi ciddi, kararlı bir şekilde kime söyleseniz aynı cevabı almanız muhtemel: Delirmişsin! Petra Hartlieb ile eşi Oliver de bu kararı verdiklerinde aldıkları cevap yine bu oluyor. Hamburg’da edebiyat eleştirmeni olarak çalışan Petra ve bir yayınevinde pazarlama müdürü olarak görev yapan Oliver, Viyana tatilleri sırasında, arkadaşlarıyla kurdukları hayalin sonucunda kendilerini gerçek bir kitapçının sahibi olarak bulurlar. İkisi de evvelden beri yayın dünyasında çalıştıkları için, kitapçı işletmeye başlayan diğerlerinden çok daha avantajlıdırlar. Aslında önceleri her şey çok romantiktir; korkutucu ve romantik... Borçlar ödenebilecek midir? İşlere yetişebilecekler midir? Yanlarına gelmeyi reddeden ergen oğullarını geride bırakıp henüz dünyadan bihaber minik kızlarıyla devam edebilecekler midir? Sanırım soruları çarpıcı kılan en büyük etmen, bu hikayenin gerçek olması... Hayallerimin Kitapçısı tam anlamıyla bir kurgu eser değil; Petra Hartlieb’in hayallerinin nasıl gerçeğe dönüştüğünü anlatan bir nevi günlük aslında. Dolayısıyla bu gerçeklik, romantik bir hikayeden çok, bu hayalin peşinde koşanların başına neler geleceğini anlatan bir rehber olarak okunabilir.

 

Başlardaki bilinmezliğin yarattığı korku, yavaş yavaş, yerini bilinen korkulara bırakıyor. İşlerin nasıl yetişeceğine dair korkulara mesela. Ama şanslılar. Kesinlikle şanslılar ki yerleştikleri minik kasabada mutlaka ellerinden tutan birileri çıkmış karşılarına. Dahası, küçük kitapçıları belki de büyüklerinden en net ayıran özelliklerden biri; kitaplar hakkında bilgi sahibi olmak. İşte bu nimet onların en önemli özelliği. “Sizde falanca var mı?” sorusuna verilebilen “Evet!” cevabı ve akşamları çocuklarının ve arkadaşlarının oyun odası haline gelen kitapçı ve 5 yaşında okumayı söken minik kızın yaşıtlarına göre çok daha bilinçli büyüyor olması sayılamayacak keyfilerinden yalnızca bazıları... 

 

Her şey kitaplar için! 



“Bağımsız kitapçılığın üzerinde karamsarlığın karanlık bulutlarının dolaştığı bu zamanda yeni bir kitapçı hangi cesaretle kurulabilir?”; kitabın ortalarına geldiğinizde Petra’yı hâlâ bu soruyu sorarken bulacaksınız. Ama işler değişir. Örneğin Jonathan Franzen Viyana’ya gelir ve okuma günü için bu küçük kitapçıyı seçer. 

 

Sıfırdan hayat kurmaya çalışan tüm aileler gibi onlar da parçalanır, bölünür ama yeniden bir araya gelirler. Her şey kitaplar için! Zaman zaman evrak işlerinin, dosyalamaların, vergilerin altında kalmaları mesela hiç romantik gelmiyor insanın kulağına. Hatta itiraf etmem gerekir ki Petra’dan ziyade okulunda “kitapçının üst katında yaşayan” kız olarak tanınan minik kızı olmak istedim. Gözlerini neredeyse kitapların içine açmış olarak büyümek... 

 

Diğer tarafta ise kesin bir savaş var. Petra’nın da söylediği gibi: “Bizimki gibi çağın gerisinde kalmış dükkanların haftada bir kere öldü ilan edildiği zamanlarda devam etmek.” İşte bu gerçek bir savaş. Üstelik onların da zamanla fark edeceği gibi artık yalnızca büyüklere karşı değil teknolojiye karşı da yürütülen bir savaş. Ama onlar bu savaşı düşmanlarını tamamen reddederek değil, kendi butik çözümleriyle sürdürüyorlar. Yaşadıkları kasabaya gazeteler yaparak, internet sayfası açıp “online severleri” de memnun ederek. Ama en önemlisi, ne mutlu ki tüm yorgunluklara, korkulara, yılgınlıklara rağmen uğruna savaştıkları küçük dükkanları Hartliebs hâlâ hayatta! 

 


 

* Görsel: Elif Demir

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.