Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

PAYİTAHT-I ZEMİN’İN (DÜNYANIN BAŞKENTİNİN) PLAN VE HARİTALARI



Toplam oy: 900
Ayşe Yetişkin Kubilay
Denizler Kitabevi

Coğrafyayı anlamak için harita olmazsa olmazdır. Harita kelimesi Grekçe “chartestir”den Arapça yoluyla dilimize geçmiş, harita kelimesinin harta, hartı şeklinde kullanımı da muhtemelen Piri Reis ile gelişmiştir.

Türkler’in harita ile ilgisi Kaşgarlı Mahmud’un Divânü Lugati’t-Türk’teki dünya haritası ile başlar. Fatih, dünyanın haritalarını çizdirmiş, Türk haritacılığı Piri Reis ile zirveye çıkmıştır. İstanbul’da “esnâf-ı haritacıyân” adı verilen, birkaç dil bilen topluluk hazırladıkları haritaları gemicilere satarlardı. Ancak haritacılık bizde Batı’da olduğu gibi fazla gelişmemiş, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İstanbul’un haritalarının çoğu Avrupalılar tarafından çizilmiştir.

Batı’da bir şehirle, bir devletle, herhangi bir olayla, bir savaşla veya bir konuyla ilgili haritaların bir araya getirildiği birçok kitaba rastlarsınız. Ancak bizde bu tür kitaplar yok gibidir. Payitaht-ı zemin, yani dünyanın başkenti İstanbul’un 1422-1922 yılları arasında muhteşem görüntülerini içeren 100 harita ve plan Denizler Kitabevi tarafından “İstanbul Haritaları, 1422-1922” adıyla yayınlandı. Christoforo Buondelmonte’nin 1422 yılındaki planıyla başlayan kitap, 1922 yılına ait Jacques Pervitich’in sigorta haritasıyla sona eriyor. Harita ve planlarda İstanbul’un birbirinden muhteşem görüntüleriyle karşılaşıyoruz. Bu haritalar aynı zamanda İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed tarafından fethinden sonra Türk idaresindeyken nasıl büyüyüp geliştiğini gözler önüne seriyor. İstanbul’un birbirinden muhteşem bir şekilde gözler önüne seren Sebastian Münster’in 1544’te, Braun-Hogenberg’in 1572’de, Jean Baptist Liebaux’un 1705’de, Johann Baptist Homann’ın 1730’da, Georg Matthaus Seuter’in yine 1730’da yayınladığı haritalar ile 1750’de yayınlanan ve yayıncısını bilmediğimiz anonim harita mutlaka görülmeli.

Erhan Afyoncu

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.