Gerçek hayatta bildiğimi ya da bildiğimi sandığım dünyayı, bildiğim kelimelerle yeniden yaratabilen insanlara hayranım. Hiç bilmediğim, aklıma bile gelmeyecek şekillerde yaratanlara... Dünyanın sınırsızlığını, insanın sınırsızlığını, hayal gücünün sınırsızlığını hissettirenlere... Yani fantastiğe, bilimkurguya, büyülü gerçekçiliğe... Adını ne koyarsanız koyun, sınırsız dünyanın nimetlerini misliyle onlara verebilenlere işte.
Türlerin çizdiği sınırların dayatmasından bıkan iki isim Neil Gaiman ve Al Sarrantonio. “Bize daha önce bin kez gördüğümüz bir şeyi sanki ilk kez görüyormuşuz gibi sunacak o büyülü ışığa sahip öyküleri” okumak istediklerini dillendirmişler karşılıklı. Ancak kurmacanın yaşatacağı bir deneyimi, “peki sonra ne olmuş” dedirtecek “o” öyküleri.
Öyküler sıra dışı bir antoloji değil, en azından öyle görüneninden değil. Ama biraz daha dikkatli bakarsanız Lawrence Block ile Chuck Palahniuk’u aynı kitap içinde görmenin heyecanına kapılabilirsiniz benim gibi! Ya da Joyce Carol Oates ve Jodi Picoult’yu... Ağız sulandırıcı kısmını geçtikten sonra midenizdeki taşla yola devam edebilirsiniz, “Peki sonra ne olmuş?” diyerek.
Ne mi olmuş? Gerçekçilik, aşırı gerçekçilikle aşırı gerçeküstücülüğün birbirine karıştığı öyküler bir araya gelmiş. Hemen her öyküde sıradan bir insanın hayata baktığı noktanın çok daha ötesinden bakan yazarların sesi var. Gerçekten baktığınız şeyi görüp görmediğiniz konusunda şüpheye düşürecek sesler. İnsan suretinde dünyada yaşayan tanrılar, tanrıya dönüşen insanlar, vampirler... Ama işte tam olarak sınır bu sıra dışılıklar değil. Ya da sıra dışı saydıklarımız. Jodi Picoult’nun öyküsündeki acısının yüküyle büyüyen ya da küçülen insanlar gibi. Hepsini hangi mantıkla bir araya getirdiler tam olarak bilinmez ama her öyküde hemen hemen aynı olan tek bir şey var; şu hayatta yaşayan herkesin aradığı bir şey var ve kesinlikle diğerlerinden farklı.
İyilik ya da kötülüğün hangi surette olduğu çok da mühim değil. Gerçek olan iç içe olmaları ve sizin hangisine dahil olduğunuz. Kendi varlığıyla savaşanlar, bulduktan sonra ne yapacağını bilmeyenler, tutkularına tutkun olanlar. Gerçek kahramanlar. Sen ben biz... ve dahası onlar.
Yeni bir dünya, bambaşka bir bakış açısı oluşturmada usta olan yazarların bir araya geldiği Öyküler, kısacık sayfalarda kendinizi bir anda olayın içinde bulma etkisi yaratıyor. Yalnızca hayal güçleri için değil, güçlü kalemlerini hiç acımadan kullandıkları için de. Tüm bunların yanı sıra belki her öykü ciğerinizden bir parça söküyor. Peki ya sonra? Evet, amacına ulaşmış bir antoloji kesinlikle, zira öykünün devamı için merakla sormanın yanı sıra bir sonraki öyküye geçme isteği uyandırdığı için...
Neil Gaiman giriş yazısında, “Özlemini duyduğumuz, okumayı istediğimiz şeyler, bizde merak uyandıran, bizi sayfaları çevirmeye zorlayan öykülerdi. Ve evet, iyi yazılmış şeyleri okumak istiyorduk. (Neden daha azıyla yetinecektik ki?)” diye anlatıyor. Daha azıyla yetinmedikleri için teşekkür etmek kalıyor geriye.
Görsel: Akif Kaynar
Yeni yorum gönder