Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Perde açılıyor, sahneye yıldız yağıyor



Toplam oy: 1269
İstanbul Tiyatro Festivali, bu yıl da yerli-yabancı başarılı yapımları İstanbul'un irili ufaklı mekanlarında ağırlıyor. Franz Kafka'nın Bir Akademiye Rapor öyküsünden uyarlama Kafka'nın Maymunları, festivalin tek uyarlaması.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın bu yıl 18.'sini düzenlediği İstanbul Tiyatro Festivali, 10 Mayıs'ta başlıyor. 1989'dan bu yana düzenlenen festival, 2002 yılından itibaren iki yılda bir gerçekleşiyor. Yani iki yılda bir sahneler arasında mekik dokuyabiliyoruz. Yerli ve yabancı birçok konuğun yer aldığı festivalde bu yıl yurtdışından sadece beş oyun sergileniyor. Bunun en önemli sebebi İstanbul'un sahne sıkıntısı çekmesi. Toplamda 100'den fazla gösterinin seyirciyle buluşacağı festivalde bu yıl merakla beklenen çok sayıda  prodüksiyon bulunuyor.

 



İstanbul Tiyatro Festivali Direktörü Prof. Dr. Dikmen Gürün, İKSV'nin 40. yılı sebebiyle Tiyatro Festivali olarak 40 çevresinde dönen bir panorama sunduklarını söylüyor. Teması 'Özgürlükler-Sorgulamalar' olan festivalde sosyal dinamikleri irdeleyen, özgürlük, savaş, göç, insan hakları gibi temaları sorgulayan yapımlar yer alıyor. 2012 Türkiye'de Çin Kültür Yılı olması sebebiyle Pekin Operası, Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğu ve de çarpıcı bir Sokak Tiyatrosu da festivalin farklı etkinliklerinden. Festivalin, heyecanla beklenen özel bir projesi de var: Sılsel. Uluslararası alanda etkili bir sanatçı olan Kutluğ Ataman'ın, İstanbul Tiyatro Festivali için gerçekleştireceği proje olan Sılsel, kenarları zigzaglardan oluşan turkuaz renkte boyanan dikdörtgen bir motif. Rivayet edildiği üzere, çeşitli baskılardan dolayı sokağa çıkmaya korkan Süryaniler, evlerinin tavanına bu motiflerden yapar, böylece gerçek gökyüzü özlemlerini bir nebze olsun giderirlermiş. Mardin'in Süryanı mahallesinde yaşayan Nasıra Hanım'ın Ataman'a anlattığı hikaye, Sılsel performansının konusunu oluşturuyor.

 

 

Festivalde bir uyarlama: Kafka'nın Maymunu

 

Dünya edebiyatının en etkili isimlerinden biri olan Franz Kafka, tüm yapıtlarına yaşantısını yansıtmış bir isim. Babasının, Kafka'yı hayatı boyunca bir böcek olarak görmesi, onu hayatı boyunca 'hiçbir şey' olarak görmesine sebep olmuş. Böcek, maymun gibi hayvanlar onun yapıtlarında sıkça rastladığımız hayvanlardır. Hayvanların ağzından anlattığı birçok öyküde kendi komplekslerini ve korkularını yansıtan Kafka'nın Bir Akademiye Rapor isimli öyküsü, festivalin uyarlama dalında yer alıyor. Bu öykü de, bir maymunun ağzından anlatılıyor. Maymun, nasıl insan olduğundan bahseder ve bunun hiç de zor olmadığını söyler. Hayvanat bahçesindeki kafesinden insanları izlerken şöyle düşünür: “Demek bu adam ya da adamlar, serbestçe hareket etmekteydiler. Hiçkimse, eğer kendileri gibi olursam demir parmaklıkların açılacağına ilişkin söz vermiyordu bana ama insanları taklit etmek ne kadar kolaydı! Daha ilk günlerde tükürmesini öğrenmişti.”

İngiltere'den Young Vic Theatre Company'nin gittiği her ülkede kapalı gişe oynayan Kafka'nın Maymunu, konuşmayı ve bir insan gibi davranmayı öğrenmiş olan bir maymunun monologuna dayanıyor. Laurence Olivier Ödüllü Kathryn Hunter, kendini korumak için insanlaşmaya çalışan bir maymunun varoluş öyküsünü başarılı bir şekilde sahneye taşıyor. Her bireyin toplumda kendisi için yarattığı değişen kimlikler arasında nasıl maymunlaştığı ve yabancılaşma duygusu oyunun ana temasını oluşturuyor. Colin Teevan'ın uyarladığı oyunu, Walter Meierjohann yönetiyor. Oyun 19 Mayıs'ta 20:30'da ve 20 Mayıs'ta 14:00, 18:30'da Kenter Tiyatrosu'nda izlenebilir.

 

 

Dikmen Gürün'e, bir edebiyat uyarlamasının sahneye aktarılırken karşılaştığı zorlukları sorduğumuzda Gürün, “Yazarla çok derin bağların kurulabilmesi, onun dilinin sahne diline taşınabilmesi çok önemli. Bu da sağlam bir araştırma ve hesaplaşma süreci gerektirir. Kitap sayfalarındaki akışı sahne üstünde de yakalayabilmek kolay bir çalışma değil kuşkusuz” diye yanıtlıyor.

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.