Haydi, gelin itiraf edelim; ekonomi denen iblisten çoğumuz hiçbir şey çakmıyoruz. Ufak tefek terimler hakkında selin içerisinde beliren kaya parçaları gibi zihnimizde soluk ışıklar yanıyor ama, iş bütüne gelince Pandora gibi kutuya yaklaşmaktan korkuyoruz. Ya içinden çıkamayacağımız bir labirente girmekten çekiniyoruz, ya da çıksak bile harcanan emeğin bir getirisi olmayacağına inanıyoruz.
Aslında bilinmeyene dair insan zihnindeki bütün korkular gibi, ekonomi ve iktisat denen olgulara karşı korkularımız da bilinçdışı içkinleştirilmiş bir rasyonaliteye dayanıyor. Nasıl ki Orta Çağ’da Tanrı hakkında demagoji yapma imtiyazı, yalnızca rahiplerin ve soyluların öğrenme hakkına sahip olduğu Latince bilme önkoşulunu gerektiriyorduysa, günümüzde de durum pek farklı değil. Tek fark, toplumun %85’ini oluşturan, kâr değil fakat yaşama amacıyla çalışan bizlerin hayatlarındaki mevcut durumun ve muhtemel geleceğin nedenselleştirilmesinde Tanrı rolünü, ilahi bir gücün değil, materyal bir olgu olduğu iddia edilen iktisadın oynaması. Akabinde, Latince bilmeyen, pardon, yani iktisattan anlamayan biz sıradan ölümlüler için, diyalektik olarak modern çağın yeni Tanrısının buyruklarını bize bildirecek uygun bir rahipler sınıfı oluşması gerekiyordu. Külahlıların ve sarıklıların yerine bu rolü üstlenen takım elbiseli ekonomistler, selefleri gibi, “Tanrı”yı tekellerini altına alıp bizden soyutlayarak bu rolü büyük bir yüce gönüllükle ve keyifle sürdürüyor.
Haliyle, biz ölümlülerin, bu modern rahiplerin buhurdanlıklarından yayılan sislerin arasına girerek, söz konusu Tanrı’nın gerçekte kimin ve neyin Tanrısı olduğunu anlamak için, korkularımızı bir kenara bırakıp Rubicon’u geçmemiz gerekiyor. Çizelgeler, kurlar, hisse senetleri, finans, merkez bankaları, yatırımlar… Esasında bunlar biz sade vatandaşların girmemesi gereken, kapısında “Lasciate ogne speranza, voi ch'intrate” (“Buradan içeri girenler, tüm umutlarınızı geride bırakın”, Dante’nin İlahi Komedya’sından.) yazan cehennemin dehlizleri değil, birilerinin bilhassa karmaşık, anlaşılmaz ve korkunç hale getirerek üzerinden nemalandığı, yine insan yaratımı ve kontrolünde olan olgular. Öyleyse soru şu: Bu ekonomik olgular ve mevcut iktisadi düzen insan yaratımında ve kontrolündeyse, hangi insanlara hizmet ediyorlar? Hizmet edilenlerin zeminleri, hedefleri ve dünya görüşleri nedir? Küreselleşme ve sınırsız serbest piyasa ve ticaret yararınıza mı? Size yazılan reçetelerdeki ilaçlar esasında kimin sağlığını gözetiyor?
Lakin; siz buradaki bir takım metaforlara ve tarihi karşılaştırmalara aldanmayın. John Stanford’un Kanadalı işçiler için kaleme aldığı bu iktisat kitabının adı üstünde: “Herkes İçin İktisat”. Stanford’un kendisi de, eğitim geçmişi Cambridge gibi okullara dayanan, doktora sahibi bir iktisatçı olduğundan, eserinde ekonomik düzeni bir sosyal ya da siyasal bilimcinin gözünden dolaylı ve teorik yorumlamalarla değil, eğitimli bir iktisatçının didaktik, pratik ve nükteli anlatımıyla dikkat çekiyor. Böylece Stanford, kabiledeki hain rolünde, sistemden nemalanan iktisatçıların aksine, günümüzdeki ekonomiyi ve olgularını dünya refahının %40’ını elinde bulunduran %1’in gözünden değil, yaşamını idame ettirme savaşı veren %85 için ele alıyor. Yazarın söz konusu çalışması, daha adil bir dünya için hevesli fakat ürkütülmüş kitlelere bundan böyle iktisadi meselelerde söz söyleyebilecek bir temel sahibi olma fırsatı sunuyor.
Yeni yorum gönder