Klasik İran edebiyatının en önemli isimlerinden, Feridüddin Attar’ın Kuşlar Meclisi mesnevisi, yazıldığı tarihten beri nice şairlere, nakkaşlara ilham kaynağı olmuştur. Günümüzün en önemli illüstratörlerinden Peter Sis, Attar’ın 12. yüzyılda yazdığı mesnevinin özünden kopmadan, kendi metni ve resimleriyle yorumlamış Kuşlar Meclisi’ni. Yazar, illüstratör, sinemacı Sis, kökü insanlık tarihine kadar uzanan kadim bir anlatının simgeleri ve hikayesini, günümüz diline çevirmiş. Bu çağdaş Kuşlar Meclisi, üzerine çizilen desenle kucaklaşan dokulu kağıdıyla, renkleri ve tasarımıyla da kitapseverin tekrar tekrar okumak, bakmak ve dokunmak isteyeceği bir kitap.
Attar, Kuşlar Meclisi veya Kuş(ların) Dili olarak da bilinen 4 bin 931 beyitten oluşan ünlü mesnevisinde, tasavvufun Vahdet-i Vücûd, yani Varlık Birliği anlayışını anlatır. Anlatıda Hüthüt kuşu kılavuzluğunda, dünyanın bütün kuşları Kafdağı’nın ardındaki kralları Simurg’u bulmak için yola çıkarlar. Yolculuk uzun ve meşakatlidir. Kuşlardan bazıları yeterince cesur değildir, inançsız, kararsızdır; bazıları tutkularından arınamaz, yolunu kaybeder; kimisi yitip gider, kimisi ölür, yolda birer birer dökülürler. Kafdağı’na varanların önünde ise yedi vadi uzanır: Arayış, Aşk, İdrak, Ayrılık, Birlik (Tevhid), Hayret ve Ölüm Vadileri. Kafdağı’na varabilen “Otuz-Kuş” yani “Si-Murg”, anlarlar ki Simurg kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. Peter Sis, mesnevideki gibi, şair Attar’ın Hüthüt kuşuna dönüşmesiyle başlar resimlerine. Sonra kuşları tanırız tek tek, sonra yüzbinleri ve en son geriye kalan Otuz-Kuşu yani Si-Murg’u. Kitabın sonunda Hüthüt’ün tekrar şair Attar’a dönüşmesiyle başa döneriz ya da yolculuk henüz başlamaktadır.
Hüthüt
Attar’ın kendisi Hüthüt kuşu yani kuşların mürşitleridir, kuşlar da hakikati arayanlardır. Aradıkları Simurg adlı efsanevi kral, Tanrı’nın ortaya çıkması, belirmesidir. Tasavvufta ancak Varlık Birliği’ne ulaşanlar idrak edebilirler ki Tanrı aslında kendileridir. Bu yolculuk anlatısı kuş, simurg, labirent, dağ, yedi rakamı gibi kadim dünyanın inanç örgüsünde sıklıkla rastlanan arketiplerle kurgulanmıştır. Yolculuğun her safhasının ne kadar çetrefilli olduğunu bir labirent imgesi anlatır. Bazı sayfalarda taştan, diğerinde ağaçlardan, ormandan, bir diğerinde çiçek bahçelerinden veya ideogram gibi her an kayboluşun mümkün olduğunu hatırlatan bir labirent eşlik eder vadilere. Labirent ilk olarak Hindistan’dan mı, Mezopotamya’dan mı çıktı bilinmez ama Mezopotamya’da hayvanların bağırsaklarından fal bakarlarmış. Labirentin o karmaşık şeklinin temeli bağırsak olmalıdır, yani labirent kişinin içindedir. Yeryüzü labirentine girerken, aynı zamanda her an kaybolabileceğin içe yolculuk başlar.
Labirent
İnsanın en kadim meselesidir ölümsüzlüğün aranışı. Kimisi sanatla felsefe ile kimisi iktidarla arar ölümsüzlüğü. Ancak ne o, ne öteki, yolculuktur zamanın hafızasında yer eden. Bu çoğumuzun bildiği ve çoğumuzun korktuğu bir yolculuk olduğu için her daim merak edilen, hiçbir zaman önemini kaybetmeyen bir yolculuk serüvenidir. Bitimsiz ve girift dehlizleriyle içinden çıkılamaz bir yoldur. İnsanın yeryüzündeki kaderi olan faniliği bilip, kaderine meydan okumadır ölümsüzlük arayışı. Derdimizi yazıya dökmeye başladığımız zamanlardan itibaren Gılgamış’tan Dorian Gray’e kahramanlar ve anti-kahramanlarla nice hikayede "ölümsüzleştiği" gibi, ölümsüzlük arayışının kadim çağlardan modern çağlara kadar göstermiş olduğu sürekliliği yansıtır Peter Sis’in Kuşlar Meclisi.
Kuşlar Meclisi
Peter Sis, Kuşlar Meclisi’nde Attar’ın anlatısının özüne sadık kalarak dilini ve görselliğini günümüzün diline tercüme etmiş. Kuşlar Meclisi’nin kadim imgelerine, kutsal varlıklarına, yolculuğuna ve keşiflerine direnmeden, kendi hayal dünyasıyla yorumlamış. Sanatın pek çok çağdaş tekniğine hakim olan Peter Sis bir yandan Kuşlar Meclisi’nin zamanı, mekanı ve duygusunu bize incelikle sezdirirken, öte yandan ifade biçimlerini çağdaşlaştırmak gibi bir meziyete sahip. Artık basılı kitabın ömrünü tartışmaya başladığımız zamanlarda kağıdıyla, dokusuyla, renk ve tasarımının güzelliğiyle bir kitabı elinizde tutmanın hazzını yaşatıyor Kuşlar Meclisi.
Başta belirtmek isterim ki maalesef bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmuyor. Deniz'e ayağını sokmadan, hayatında hiç görmeden ciltler dolusu denizi anlatsan ne fayda? Gel gelelim Hz. Attar'ın izahında Simurg kendisi değildir insanın ki "Adı Simurg'dur, kuşların padişahıdır. O bize yakındır lakin biz ona oldukça uzağız." diye betimler bu durumu. "Kendini kendinde setr ol" der bazı zat-ı kiramlar. Eh bu kafi açıklamaya.
Gel gelelim ikinci hususa:tasavvufta varlık birliğine ulaşanlar fark eder ki tanrı kendileridir demek.. Başta dedim ya öyle okumak ile sırtı sıvazlamak ile bu derya bilinemez. Ene'l Hakk sözünü duyan kişi Mansur'u tanrılık ile bağdaşlaştırır. O'nda yok olma vardır en kısası bu sözün, Tanrı benim diyemez fani. Ben Allah değilim amma Allah ben'dir. Anlayana..
Ve son olarak cancağzım: ölümsüzlüğü aramaz hiçbir tasavvuf ehli. Öyle ki ölmeden önce ölmeyi kendilerine düstur edinenlere.. Bak ne diyor Yunus:
Yunus öldü deyu sela verirler
Ölen hayvan imiş
Aşıklar ölmez!
Hadi aşk ile kal..
Yeni yorum gönder