Atay’ın yüzlerce ciltlik hayat bilgisi ansiklopedisini bir kenara kaldırabilirsiniz. Müjdeyi verelim; nihayet, gündelik hayatın, eşyanın ve insanın o tuhaf, ele gelmez ve sürekli çoğalan bilgisi dev bir kitapta toplanmak yerine, muhtasar bir sözlükte toplandı. Hem de, hep hayal ettiğiniz gibi, resimli bir sözlük bu.
Ertuğ Uçar, Rüya Arızaları ve Yalnızlığın 17 Türü’nden sonra, Bir Sözlük Hayali altbaşlıklı Ormanda Kaybolmak ile tekrar aramızda. Her biri insanlık durumumuzun bir veçhesine temas eden kavramlar üzerine kurgulamış kitabını Uçar. Sayfaların birinde o kavram hakkında bir öykü, diğer sayfada ise o kavramın çağrıştırdığı, onunla ilişkili diğer kavramlara ait zihin açıcı eskizler var. Eskizlerin bir çeşit görsel sözlük olarak görev yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
“Ana Anne Valide” üçlemesinden şu örnek, kitabın nasıllığına dair önemli bir ipucu verecektir: “Benim annem örgü şişleri, arkası yarın, bisküvi, koltuk örtüsü, tabak çanak sesi ve turunç reçeli karışımı bir imgeyken; val’daanım koyu renk boğazlı ve ince dantelli elbiseler içinde, yavaş konuşan, taşkın hareketler yapmayan ve yaptırtmayan, güzel ama soğuk coğrafya öğretmeniyle Heidi’deki Bayan Rottenmeier arası, vatkalı ve kesinlikle zayıf bir siluetti. Evet, orta sonun ilkbaharıydı. Sonraki hayatımda hiç görmeyeceğim Soner’e tüm teneffüs boyu koşup kıpkırmızı olduktan sonra cesaretimi toplayıp sormuştum: ‘Senin annen yok mu?’”
Çiçek toplayan biri
Kavramlar zihnin, kelimeler dilin malzemesi malum. Edebiyat ise bu ikisini bir araya getiren müthiş bir imkanlar bahçesi. Bu yüzden, kelimelerle ve onların zihindeki asılları olan kavramlarla kurulan ilişkiyle, edebi metni bir çiçek tarhına, bostana, labirent bahçesi veya belediyelerin orta refüjlerine ya da bir ormana döndürmek mümkün. Kelimelerle arası iyi olan bir yazarın arası kavramlarla pek de iyi olmadığında, ortaya çıkan eser genellikle belediyelerin her yıl yeni bir heyecanla başlayıp beceremediği ertesi yıl yine aynı hevesle giriştiği yol güzelleştirme çalışmalarına benziyor. Nedir, zihni altyapısı sağlamsa, hele ki insanlık durumuna temas eden bir gerilimden yola çıkıyorsa, elinizde tuttuğunuz kitabın sizi bir ormana davet ettiğini görebilirsiniz. Uçar’ın birer sayfalık öykülerinde ise, üzerinde incelikle düşünülmüş kavramlar ile o kavramları dramatik yapıya ustaca oturttuğu, seçilmiş, rafine bir dil bekliyor bizi. Bilge Karasu metnin nihai amacının, “soluk verişin doğallığında, akıcı, akan bir metin oluşturmak, çiçek toplayan birinin vücudunun ahengine ulaşmak,” olduğunu söylüyordu. Biz de rahatlıkla, Ertuğ Uçar’ı filozof-yazarımızın namzet halefi olarak tanımlayabiliriz.
Yazımızın bu noktasına ulaştığımıza göre, giderek açılan us kekemesi Türk edebiyatından da söz edebiliriz. Kendi üzerine kapanan, “ben ben... ah yine ben” demekten öteye gidemeyen çağdaş yazının biraz olsun dilinin çözüldüğünü ve hatta teklemeden ilerlediğini görmek her sahih okurun hakkı. Uçar fazlasıyla cömert bu konuda. Okura hakkını en ufak bir tereddüte mahal bırakmadan teslim edebiliyor.
* Görsel: Ali Seyitoğlu
Yeni yorum gönder