Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Romanda ve tiyatroda 'onca yoksulluk vardı'!



Toplam oy: 1183
Emile Ajar
Agora Kitaplığı
Yazarın yoksulluk içinde geçen çocukluğu, savaş dolu gençlik yılları, çatışmalar içinde kalan fikirleri bütünsel olarak irdelendiği zaman Onca Yoksulluk Varken daha bir anlamlı oluyor. Öncelikle Gary’nin hayata baktığı pencereyi rahatlıkla kritize edebiliyoruz.

 

 

 

 

(Yazarın adı isteği üzerine kaldırılmıştır)

 

 


 

Romain Gary’nin, Émile Ajar takma ismiyle yazdığı Onca Yoksulluk Varken adlı romanı 2009 yılında okurken gerçek bir dünyadan çıkıp daha bir gerçeğin içine doğru yolculuk yaptığımı anlamıştım.

Fransa’da her yazarın sadece bir kez alabildiği Goncourt Akademisi Ödülü’nü (Émile Ajar) takma ismiyle ikinci kez kazanan; 1980 yılında intihar ettiğinde arkasında edebiyat dünyasını sarsan bir mektupla bunu açıkça duyuran yazar dünyanın en iyi kalemlerinden birisi.



Yazarın yoksulluk içinde geçen çocukluğu, savaş dolu gençlik yılları, çatışmalar içinde kalan fikirleri bütünsel olarak irdelendiği zaman Onca Yoksulluk Varken daha bir anlamlı oluyor. Öncelikle Gary’nin hayata baktığı pencereyi rahatlıkla kritize edebiliyoruz. Irkçılığa karşı geliştirdiği refleksin sebebini, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak yaşadıklarını, Avrupa’daki ırksal ve dinsel problemleri  romanında açıkça görüyoruz.

Böylesi büyük bir roman 2012 yılında 20. sanat yılını kutlayan Tiyatro Kare’nin usta ellerinde sahnelere taşınıyor. Nedim Saban’ın yönetiminde Müslümanlarla Yahudiler arasında sürüp giden anlamsız din savaşlarına bolca gönderme yapan oyun, günümüz dünyasını kıyasıya eleştiri yağmuruna tutmuş. Dünyaca ünlü eserde Türkiye’nin seçkin sanatçılarını sahnede görüyoruz. Eserin roman halini okuduğum zaman aldığım tadı, teatral halini izlediğimde de aldığımı; hayalimde canlandırdığım karakterlerin tüm psikolojik yapılarını hissettiğimi belirtmeliyim.

 

Konuda Madam Rosa nazilerin elinden kurtulmuş bir Yahudi’dir. Eski bir hayat kadını olan Madam Rosa, Fransa’da hayat kadınlarının çocuklarına bakmak için ‘çocuk bakım evi’ açar ve geçimini buradan sağlar.

 

İşte Momo ile ilişkisi, Rosa’nın kurguladığı hayat planının bir parçasıdır. Arap ve müslüman olan Momo, Madam Rosa tarafından bir Müslüman olarak yetiştirilir. Momo’nun babasına söz veren Madam, aldığı çocukları ailelerin istekleri doğrultusunda, onların beklentilerini karşılayarak yetiştirir. Rosa ile Muhammed arasındaki bağ zaman geçtikçe ‘anne-oğul’ çatışmasına dönüşecek, akıl sağlığını gitgide kaybeden Rosa için yaşam günden güne zorlaşacaktır...

 

 

 

 

 

Romanın teatral haline baktığımız zaman; Nedim Saban yazarın küfürlü keskin dilini hiçbir şekilde değiştirmemiş. Ayrıca ‘ırkçılık’ kavramını daha bir anlamlı kılmak için sahne önüne yerleştirdiği 68 kuşağı devrimci söylemler insanı oyun öncesi düşündürüyor. Muhammed’in büyüdükten sonra bir gün çocukluğunun geçtiği mahalleye dönmesi, Madam Rosa’nın şevkatli, sevgi dolu kollarını araması, din farklılığının sevgiye, aşka engel olamaması yönetmenin ince zekasıyla iyice belirgin bir hale dönüşmüş. Ki yazar romanda da aynı duygulara ağırlık veriyor. Zaten konunun en temel yapısında barış dolu bir dünya özlemi çeken karakterler karşımıza dikiliyor. Muhammed’in komuşusu Mösyo Hamil ile yaptığı sohbetler, Madam Roza’nın din, dil, ırk kavramlarına karşı sert bakış açısı hem Nedim Saban’ın sahne düzenine egemen olmuş hem de romanın asıl anlatmak istediği mesajı yerine ulaştırmış. Ayrıca yönetmenin yazarın diline hiçbir şekilde dokunmaması enteresan bir durum. Romain Gary’nin teatral roman dili oyunun insanlar üzerinde büyük etki bırakmasını sağlamış.

 

 

 

 

Sahnede muhteşem bir kadro!

 

 

Rüçhan Çalışkur, Gökçer Genç, Rami Çakır, Halit Karaata, Soner Ansal gibi usta ve genç isimleri aynı potada eriten topluluk sahnede anlatmak istediğini net biçimde ortaya koyarken, daha önce Türkan Saylan için çekilen sinema filminde görev alan, Devlet Tiyatrosu sanatçısı, usta oyuncu Rüçhan Çalışkur oyunu tek başına sırtlayan isim. Madam Rosa’nın duygusal travmalarında, sevgiye olan inancında, insanlara dil-din-ırk üçgenine bakmasızın sahip çıkışında Çalışkur’ un ayrıcılığını görüyoruz. Deneyimini konunun her karesinde bizlere hissetttirebilmiş. Muhammet rolündeki Rami Çakır’ın Rüçhan Çalışkur ile yakaladığı başarı inanılmaz! Sahnede her anlamda iyi bir oyuncu görüyoruz. Dininden, ırkından dolayı dışlanan, hor görülen; annesinin fahişe hayatını bilmeden kendisine düzen kurmaya gayret eden Muhammed’i Rami Çakır’ın oynaması büyük şans.

 

 

 

Onca Yoksulluk Varken romanına ve tiyatrosuna baktığımız zaman Fransız yazar Romain Gary’nin usta dilini, büyüleyici anlatımını, herkesi şaşırtan karakterlerini incelikleriyle görüyoruz. Nedim Saban’ın harkulade sahne çalışması, yazarı ve romanı sahnelere muhteşem şekilde taşımış, popüler kültür içinde kaybolup giden tiyatroya geniş anlamda nefes aldırmış. Oyunu izlemeden önce mutlaka romanı okumanızı öneririm.

 



Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.