Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Ruhu fırtınalı, bir yalnız adam: Tanpınar



Toplam oy: 1986
Nazlı Eray
Doğan Kitap
Ölümünden yaklaşık on yıl sonra yeniden okunmaya başlanan, geç de olsa fikirleri ve eserleri üzerine tartışılan Tanpınar'ın aydaki suretine şahit olmak, ayın yüzeyine karınca silsilesi gibi dizilmiş eski Türkçe satırların sırrına ermek istiyorsanız Nazlı Eray'ın son romanına buyurun.

Tıpkı Kafka gibi kıymet-i harbiyesi sonradan anlaşılanlar tayfasından biri Ahmet Hamdi Tanpınar. Hani en yakın arkadaşlarının bile pek ciddiye almadığı nam-ı diğer Kırtipil Hamdi. Evet, bu lakabı ona en yakın dostlarından biri olan Nurullah Ataç takmış. Çünkü kılığına kıyafetine pek özen göstermeyen, beş parasız, sıradan biri Ahmet Hamdi... Pardösüsünün yakası biraz kirli, pabuçları tozlu, kısa boylu ve de çirkince; ama güzel kadınlara düşkün... Hep yoksulluk, hep çaresizlik içinde... Hastalıktan kurtulamıyor hiç… Zor bir hayat… Çokça karamsar ama bir o kadar da yaşamaya sevdalı; Paris'e gitmek en büyük arzusu… Bir gözü güler, bir gözü ağlar… Romanlara konu olacak, ilgi çekici bir kişilik, huzursuz bir hayat hikâyesi…

 

Aydaki Kadın'dan gelen ilham…

 

Ve evet, şimdilerde bir roman kahramanı, bu çok yönlü sanatkâr ve düşünce adamı… Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatının en dikkate şayan ismi Tanpınar, bu defa da düşgücü sınır tanımayan usta kalem Nazlı Eray'ın son kitabında bir roman kahramanı olarak boy gösteriyor. Aydaki Adam Tanpınar, Ahmet Hamdi'nin ayın yüzeyine yansıtılan günlüklerinin sırrını çözmeye, Narmanlı Yurdu'ndaki eski bir hapishaneden bozma odasına sessizce süzülüp, en güzel eserlerini yarattığı bu rutubetli odayı keşfetmeye davet ediyor okuru. Nazlı Eray, Aydaki Adam Tanpınar'da; yeşil çuhalı kumarhane masalarında şansı kovalayan, piyango biletlerine umut bağlayan, iyi yakası asla bir araya gelmeyen, hayata geç kalmışlığına hep vah eden bu vesveseli, huzursuz, kadife uçlu kirpikli adamın rüya dolu hayatının dehlizlerine giriyor… Kitabın adı da Tanpınar'a bir selam niteliği taşıyor. Zira Tanpınar'ın, tamamlamaya ömrünün yetmediği ve ölümünden sonra, tuttuğu notların toparlanmasıyla yayına hazırlanan romanı Aydaki Kadın, Eray'a ilham olmuş.

 

Yine bir "belgesel fantastik"…

 

 

Nazlı Eray, "Rüya anlatım" ya da "belgesel fantastik" türünde çokça yapıt ortaya koyan bir yazar ve kahramanlarının neredeyse hepsi gerçek. Tıpkı son kitabında olduğu gibi… Marilyn - Venüs'ün Son Gecesi yayınlandığında kendisiyle yaptığım bir söyleşide, romanlarındaki kahramanlarıyla ilgili şöyle diyordu Eray: "Fantastik kahramanlarımın hemen hepsi gerçek. Marilyn Monroe, Robert Kennedy, Laz Bakkal, Mösyö Hristo, Josef Stalin veya Eva Peron gibi… Gerçek olaylardan yola çıkarak, gerçek kişileri romanımın kahramanı yapmak bana daha heyecan verici geliyor. Yüzde 99 gerçeklerle oynuyorsun, elindeki malzeme yaşam, olaylar, hepsi gerçek; üstüne attığın büyülü tül sana ait, o tülü şekillendirip güzel ve gizemli kılmak senin maharetin; gerçeğe başka bir açıdan bakmak senin ustalığın. ‘Gerçeğe, tuhaf bir zaman çatlağından yoğun duygularımla bakmak'; belki son iki ya da üç romanımı özetleyebilir bu cümle". Hiç kuşkusuz bu cümleler, yine bir ‘belgesel fantastik' olan Tanpınar kitabı için de geçerli. Aydaki adama da o tuhaf zaman çatlağından, oldukça yoğun duygularla bakıyor Eray…

 

Yazar, yine fantastik olaylarla örüyor hikâyesini ve zamanda yolculuk fırsatı sunuyor okura. Bu yolculukta bir yandan 60'lı yılların Beyoğlu'nda gezip, karmakarışık yazı masasındaki eşyalarına dokunabilecek kadar Tanpınar'a yakınlaşırken beri yandan da o döneme damga vuran pek çok tarihi kişilikle hemhal oluyoruz. Kimler yok ki aralarında; Türkan Şoray'ın sesi, dublaj kraliçesi, gazeteci-çevirmen, "fitne fücur" Adalet Cimcoz, Rudolf Valentino'ya benzeyen dublaj sanatçısı Ferdi Tayfur ve güzel eşi Melek Kobra (Muhlis Sabahattin'in veremden ölen kızı), Tanpınar'ın hocası Yahya Kemal'in büyük rakibi ve kil yiyen şair Ahmet Haşim, ilk kadın Hamlet Nur Sabuncu, Tanpınar'ın ömür boyu delice sevdiği evli kadın Nesteren, esrarengiz Sarı Fizikçi ve Tanpınar'ın aynadaki sureti yani "Herkesin Babası"...

 

Eray'ın son romanında anlatıcı ses, sağ tarafı tutmayan yatalak Düşize Hanım'a Tanpınar'dan bahsediyor. Tanpınar'ın aya yansıyan suretinden ve günlüklerinden… Sanki Nazlı Eray bu anlatıcı. Ne içinde zamanın ne de büsbütün dışında… Uçuk pembe renkli bir demet çiçek şeklindeki gece lambasını yakıp yatağına giriyor ve uykunun kollarına teslim olduğunda bir başka zamana yol alıyor. İstiklal'in karanlık sokaklarını arşınlayıp Narmanlı Yurdu'na varıyor ve demir kapıyı aralayıp pek de ışık almayan o rutubetli odaya süzülüyor. Bu ziyaretlerden birinde dayanamıyor ve yazı masasının üzerindeki günlüğü cebine indiriyor. Lebon Pastanesi'ndeki garsonla eski yazıyla yazılmış bu günlükleri çözmeye ve Tanpınar'ı daha yakından tanımaya çalışıyor… Anlatıcının peşinde olduğu CD'ler var bir de; ruhun ve beynin arşivlendiği CD'ler. "İnsan beyninin, anılarının, yeteneklerinin, kişiliğinin, kısaca ruhunun bilgisayara yüklenmesi"; hayli çarpıcı geliyor insana…

 

"Hakkımdaki sükût suikastının bir sebebi de benim"

 

Ahmet Hamdi'nin yaşarken anlaşılamadığını biliyoruz; kendi deyimiyle "sükût suikastı"na uğruyor. Eray, romanında bu derin sessizliğin Tanpınar'ı nasıl etkilediğini de resmediyor. Takvimler 24 Ocak 1962'yi gösterirken bu dünyadan göçüp giden Tanpınar, 1953'te günlük tutmaya başlıyor ve ölümünden 13 gün öncesine kadar yazmaya devam ediyor. Yakın çevresinin, sanatçı kimliğine olan ilgisizliği ve suskunluğu ile ilgili olarak Tanpınar'ın günlüklerine düştüğü şu satırlar insanın içini burkuyor: "Ne yaptım! Beş Şehir'le, okunmayan, hissedilmeyen Beş Şehir'le! Büyük ve küçük hikâyeler, romanla Türk edebiyatının bütün bir tarafıyım!.. Bu eserlerden memnun muyum? Orası başka. Fakat Abdullah Efendi'nin Rüyaları, bilhassa birinci hikâye böyle tenkitsiz mi geçecekti? Huzur ki okuyanların hepsi sevdiler, üç makale ile, Yaz Yağmur hiçbir akissiz mi geçecekti? Bunların Türkiye'ye getirdiği hiçbir şey yok muydu? Türkiye'ye ve Türkçeye? Ya şiirlerim? Hâlâ hiç kimse 'Deniz' manzumesinden bahsetmedi. 'Deniz' manzumesi ki Türkçenin beş on manzumesinden biridir. Buna eminim. Buna makalelerimi de ilave edin. Hayır, ben adımı, küçük şöhretimi hak ettim (...) Fakat niçin bu kadar haksızlık? Bu işte eksiğim nedir? İşin öbür tarafı hâlâ kendimle cenkleşmem, hâlâ kendimi olmuş addetmemem! Belki de kendi kendimi mahveden benim. Hakkımdaki sükût suikastının bir sebebi de benim. Edebiyatçılarla düşüp kalkamıyorum. 20 ile 35 yaş arasında olanlara çok yakındım, şimdi çok uzağım. Aramızda bütün bir kültür ayrılığı var. Mesafe. Bu genişlik ve ayrılık benimle beğendiğim garplıların arasındakine hemen hemen yaklaşıyor. Edebiyatı, memleketin bugünkü vaziyetinde bu kadar ciddiye almamalıydım." (Bir Gül Bu Karanlıklarda/Tanpınar Üzerine Yazılar)

 

Genç nesle, Tanpınar'ı keşfetme fırsatı…

 

Daha önce de tarihi kişiliklere, ünlü şahsiyetlere romanlarında rol veren Nazlı Eray'ın Tanpınar'ı roman kahramanı yaptığı bu biyografik roman; fırtınalı ruhunda hep bir geç kalmışlık sancısı taşıyan bu yalnız adamı, yeni neslin keşfetmesine de ön ayak olacaktır diye düşünüyorum. Tanpınar'ın yaşamına, ruhuna, gizemine bulanma fırsatı sunan bu roman, okuru Tanpınar'ın eserlerine ve onun yaşamıyla ilgili yazılmış başka kitaplara sürükleyecektir şüphesiz… Ve hemen üç kitap tavsiye etmek isterim meraklılarına: Birincisi; yukarıda alıntı yaptığım, Abdullah Uçman ve Handan İnci'nin yayına hazırladığı hayli tombulca bir kitap; Bir Gül Bu Karanlıklarda/Tanpınar Üzerine Yazılar. İkincisi ise yeni bir kitap; Oğuz Demiralp'in kaleme aldığı Tanpınar'a Biraz Huzur Verelim. Ve Demiralp'in bu kitapta vurguladığı üzere; "Tanpınar'ı değeri bilinmemiş, harcanmış bir aydın imgesi olarak değil, kültürümüzün sürekli olarak yararlanabileceğimiz bir gömüsü olarak görmeliyiz". Eray'ın romanı, bu değerli gömüye ulaşmak adına yola koyulan genç kuşak için faydalı bir rehber… Üçüncüsü ise Sefa Kaplan'ın 2013'te yayınladığı Geç Kalan Adam - Ahmet Hamdi Tanpınar adlı kitabı. Kaplan'ın romanvari bir yapıyla kaleme aldığı bu kitap, bildik yazar biyografilerinin epey dışına çıkıyor.

 

Küçük bir sır: Anahtar paspasın altında!

 

Ölümünden yaklaşık on yıl sonra yeniden okunmaya başlanan, geç de olsa fikirleri ve eserleri üzerine tartışılan Tanpınar'ın aydaki suretine şahit olmak, ayın yüzeyine karınca silsilesi gibi dizilmiş eski Türkçe satırların sırrına ermek istiyorsanız Eray'ın son romanına buyurun. Üstelik Tanpınar'ın, 1943-1951 yılları arasında yaşadığı Narmanlı Yurdu'ndaki o rutubetli odasını ziyaret etmeniz de çok kolay; anahtar hep paspasın altında… Hemen demir kapıyı aralayıp usulca Tanpınar'ın dünyasından içeri süzülebilirsiniz. Muazzez Hanım'ın mutlaka size de ikram edeceği kahve eşliğinde; Ahmet Hamdi'nin yazı masasındaki günlüklere, sararmış not kâğıtlarına, roman müsveddelerine, ilaç şişelerine, plak yığınlarına yakından göz atabilirsiniz… Ha Tanpınar'ın kara kedisi Kafka da oralarda bir yerlerdedir muhakkak, bacaklarınıza dolanacaktır; başını okşamadan geçmeyin… 

 

 


 

 

>>> Bir tatlı huzur almaya geldik Aşiyan'dan

 

 

 


 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.