Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Rus Devrimi’ni Anlamak



Toplam oy: 1081

Otuz yıllık yaşantısıyla Rus edebiyat tarihine adı “holigan şair” olarak geçmiş olan Sergey Yesenin köylü bir ailenin çocuğuydu. Yüzyılın en büyük olaylarından biri olan 1917’deki Rus Devrimi’ni, içlerinden yetiştiği köylülere daha iyi bir hayat getireceği umuduyla ve coşkusuyla karşılamıştı. Sergei Eisenstein gibi döneminin ünlü film yapımcılarını, tiyatrocularını, sanatçılarını etkilemiş olan; “avant-garde” akımının kurucu babalarından olan Vsevlod Meyerhold da Yesenin’le aynı beklentiler içinde 1918’de Bolşevik Partisi’ne katılmıştı. Meyerhold devrimin sanat ayağında daha sonra büyük roller oynayacaktı. 20. yüzyılın erken dönem Rus edebiyatının bir başka ağır topu, şair ve oyun yazarı olan, Rus Fütürizmi’nin temsilcilerinden Vladimir Mayakovski’ydi. Mayakovsi, Bolşevik Partisi’nin agitprop faaliyetlerinde önemli roller alıyor; sloganları, şiirleri ve oyunlarıyla devrime yardımcı oluyordu.

 

Sergey Yesenin bir süre sonra beklentilerinin hayal kırıklığıyla Ekim Devrimi’ne ithafen “Sert Ekim Beni Aldattın” isimli şiiri yazacaktı. Mayakovski’yse Lenin döneminde agitprop için harcadığı enerjiyi, Stalin dönemindeki artan hayal kırıklığıyla, 1929-30 döneminde Stalin yönetiminde yaşananlara taşlamalar yazmaya harcıyordu. Sanat anlayışı ve tiyatrosu devrimle uyuşmadığı gerekçesiyle kapatılan Meyerhold ise Stanilavski’nin yanına sığınıyordu.. Yesenin ve Mayakovski sadece devrimden olan hayal kırıklıkları yüzünden olmasa da devrime küskün olarak intihar etti. Meyerhold’u ise daha acı bir son bekliyordu; 1940 yılında Stalin ile uzlaşmaz tavrı yüzünden idam mangasının önünde kurşuna dizilecekti.

 

Peki Sovyetler Birliği’nde neler oluyordu? Siyaset, ekonomi ve sanat dahil bir çok alanda gerçekleşen baskı ve zorlamalar, alınan çeşitli önlemler zorunlu muydu? 1926 yılında Rusya Proleter Yazarlar Birliği’nin (VAPP) kültürel devrim adı altında, edebiyatı parti ve devlet tekeline almasıyla başlayan, yazarların önemli bir kısmını küstüren, kiminin de hayatına mal olan “sanatsal devrim” süreci nasıl bir siyasal ve sosyal sürecin sonucuydu? Lenin’in görece demokratik, çoğulcu parti içi devriminden Stalin’in tek adam yönetimine nasıl geçilmişti? Anarşist yazar Emma Goldman “Rusya’daki Hayal Kırıklığım” (1923) isimli eserini yazdığı sıralarda, devrimi yürekten destekleyen yazarlar devrimden neden bir bir uzaklaşıyordu? Özgürlükler ve refah için yeni bir sayfa umuduyla gerçekleşen devrimde, büyük ve önemli kazanımlara rağmen ters gidenler nelerdi? Ünlü Sovyet tarihçisi Edward Hallett Carr’ın eseri sanat ve daha bir çok alanda bu sorulara bir yanıt arıyor.

 

30 yılı aşan bir çalışma

 

E. H. Carr 1929-1984 yılları arasında sürekli olarak, ağırlığı Sovyet tarihine vermek üzere; Rus Edebiyatı, uluslarası ilişkiler ve siyasi tarih üzerine ciltlerce makale ve kitap yazmış bir isim. Bilhassa Sovyet tarihçiliğinde kendisine birçok akademisyen ve düşünür tarafından “rakipsiz” denmesini vurgulamak yerinde olacaktır. Carr’ın, Yordam Kitap tarafından Türkçe’ye kazandırılmış olan Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi 1917-29 isimli eseri, Carr’ın 1944-77 yılları arasında üzerinde otuz yıldan fazla çalışmış olduğu, Rus Devrimi’nin geleceğini biçimlendirmiş olan ilk on iki yılını ele alan, on dört ciltlik History of Soviet Russia eserinin damıtılmış halidir. 

 

Peki bu eseri önemli ve farklı kılan nedir?

 

Bu soruya cevap vermeden önce, E. H. Carr’ın hayatını Sovyet tarihini araştırmaya harcadığını söylersek şüphesiz ki abartmış olmayız. Elimizdeki kitabın 30 yıllık bir çalışmanın süzgeçten geçirilmiş hali olduğuna bu noktada tekrar vurgu yapmakta yarar var. Carr’ın mesele üzerindeki donanımlılığı, 1916-36 yılları arasında önemli bir İngiliz diplomatı olması ve çok yönlülüğü, onu meseleler üzerine detaylı analizler yapabilecek bir kişi konumuna oturtmuştur. Carr’ın kitabı yazarken  amacının devrimin olaylarını anlatan kronolojik bir tarih kitabını kaleme almaktan ziyade; devrimin doğurduğu sosyal, siyasal ve ekonomik düzeni anlatan bir eser yazmak olduğunu söylemek mümkün. Bunu eserlerinde devrimin fikirleriyle amaçlarını karşılaştırmalı olarak analiz etmesi ve Marksist kuramın S.S.C.B’nin farklı yöneticileri tarafından nasıl yorumlandığını ve uygulamada nasıl ele alındığını ehemmiyetiyle tehkik edişiyle görüyoruz. 

 

Sovyet Devrimi'nin paradoksu

 

Dikkatlice irdelendiğinde kitabın tarihsel okumasının ortaya koyduğu tezin; Sovyet devriminin getirdiği büyük ümitlerin, Lenin dönemindeki yabancı işgaller, iç savaş ve büyük ölçüde bu gelişmelerin sonucu olan ekonomik zorunluluklar yüzünden uygulanamadığı, fakat devrimin ancak bu önlemler sayesinde kapitalist batılı güçlere karşı hayatta kalabildiği önermesi olduğu söylenilebilir. Troçki 1923 yılında kaleme aldığı mektupta Stalin’in parti içindeki durumunu “yukarıdan oluşturulmuş bir sekreterlik aygıtı”nın bütün ipleri elinde toplaması olarak betimliyor. Troçki’nin “sekreter bürokrasisi”nin yerine “parti içi demokrasi” talebinde bulunduğu metinler, Lenin’in ölümünden hemen önce Stalin’le ilişkilerini kesmiş olduğu ve vasiyetinde “Stalin’e dikkat edilmesi gereği”ni özellikle irdelemiş olması bu durumun bir tezahürü. Lenin dönemindeki iç ve dış tehtidlerin getirdiği bu zorunlu önlemlerin, daha sonra Stalin dönemimde saptırılarak politikanın, sanatın, sendikaların totaliter bir yaklaşımla biçimlendirildiği, parti içi muhaliflerin OGPU tarafından toplama kamplarına atıldığı bir sisteme geçilmesiyle suistimal edilmiş olduğu görülüyor. 

 

Lakin, Stalin döneminde zirai ağırlıklı ekonomiden ağır sanayi ağırlıklı ekonomiye geçilmesi gibi kimi politikaların, 1940 ve 50’lerde S.S.C.B’ye getirilerine de sırtını dönmüyor. Böylece Sovyet tarihinin, konjoktürel status quo’ya karşı olan alternatif kazanımları gözler önüne serilirken, öte yandan da bu tarihin karanlık tarafı göz ardı edilmemiş oluyor. Lakin, eleştirel bağlamda eserin okuyucuya Leninist çizgiyi Stalinist çizgiye kıyasla olumlayan bir  alt mesaj verdiği söylenilebilir. Isaac Deutscher gibi önemli eleştirmenlerin de benzer beyaanatlarda bulunmuş olduğunu hatırlamakta yarar var. R. W. Davies gibi akademisyenlere göre Carr’dan sonra konu üzerine yazılan eserler bir çok açıdan Carr’ın çalışmalarını tekrar etmekten kurtulamadı.

 

Lenin’den Stalin’e Rus Devrimi 1917-1929 isimli bu eser okuyucuya; dönemin S.S.C.B’sinde sanat, ekonomi, siyaset ve sosyal alanlarda yaşanan süreç ve gelişmelerle birlikte, bunların sonraki dönemde S.S.C.B’yi nasıl etkilemiş olduğuna dair kuvvetli bir temel sahibi olma imkanı sağlıyor. 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.