Göç, ayrılık, travma, acı, savaş, yas… Bastıkları yeri inleten kelimeler bunlar. Sinemada, edebiyatta, müzikte, kısacası sanatın her dalında da sıkça rastladığımız temalar. Böylesine sık rastlaşma, bu zor yaşantıları bir sağaltma yöntemi olarak da görülebilir. Bir şeyi söze, eyleme döktüğümüz sürece, yani içeridekini dışarıya çıkarabildiğimiz ölçüde iyileşmeye, rahatlamaya o kadar yaklaşıyoruz. Psikanalizin temeli de bu içeridekinin dışarıya, yani bilinçdışının bilince çıkarılmasına dayanır ne de olsa. Bu işlemin önemli araçlarından birisi de dildir, ifadedir.
“Travma”, Gottfried Fischer’in tanımıyla, “Kişinin başa çıkma olasılıkları ile yaşanan olayın mahiyeti arasında büyük bir uçurum olma durumunda ortaya çıkacak çaresizlik durumudur,” ve bireyin “kendisi ve dünya hakkındaki algısı”nın ciddi sarsıntıya uğraması halidir. Travmanın sözü yoktur. Bir koku, bir görüntü, bir ses, bir dokunuş, bir çağrışım yangın yerine çevirebilir belleğimizi. İlgisiz olaylara verdiğimiz duygusal ya da fiziksel tepkiler, travmanın dallanıp budaklanabilme gücünü göstermektedir bizlere. Bilinçli olarak ilgisizmiş gibi görünen bir şeyin bilinçdışında elbette ilgili olduğu pek çok yer vardır. Travma bilinçdışımızda köklenip bedenimizde meyvesini verir.
Hiç kuşkusuz savaş ve göç de çoğu kişi için travmatik bir deneyimdir. Çocuk dünyasında ise, bunun bambaşka anlamları da olabilir. Tıpkı Manami’nin dünyasında olduğu gibi...
Acı ile umut yan yana
İkinci Dünya Savaşı sırasında Pearl Harbor’da yaşananların ardından Amerikan Hükümeti, Japon kökenli Amerikalıları toplama kamplarında yaşamaya zorlar. Manami de, anne-babası, dedesi ve köpeğiyle birlikte evinden ayrılmak zorunda kalır. Fakat köpeği Yujiin’i saklaması gerekmektedir çünkü kampa köpek götürmek yasaktır. Köpeğini gizlice paltosunun içinde taşırken yakalanır bu küçük kız çocuğu ve köpeğini askerlere vermek zorunda kalır. Bu olay Manami’nin hayatında yıkıcı bir etkiye sahiptir; yaşadığı bu travmatik olayın etkisiyle konuşma yetisini kaybeder. Çok büyük bir suçluluk duygusu, üzüntü ve yas süreci eşlik eder Manami’ye. Gittiği kampta okula başlar ve okuldaki öğretmeni Manami’ye duygusal destek verme konusunda çok yardımcı olur. Öğretmen Rosalie, hayatın kendi akışı içerisindeki sürpriz karşılaşmalara bir örnektir. Ve Manami’yi hayata karşı motive eden bir güçtür. Ona boya kalemleri vererek resim yapmasını sağlar. Manami de köpeğinin geri gelmesi için kağıda resimler yapar ve onları rüzgara bırakır. Bu dışavurum süreci onun var olan durumla yüzleşip olanı kabul etmesini ve yeniden devam etmesini de sağlar.
Manami’nin ailesi de kamptaki tüm olumsuzluklara karşın hayata tutunmaya çabalarlar. Anne-babası iş bulur; annesi, kamptaki yemekleri beğenmediği için aşçılık yapmaya başlar. Anne, evlerinden getirdikleri soğan-sarımsak tohumlarını bahçeye diker ve Manami’nin de bahçeyle ilgilenmesini sağlar. Bahçe umudun, mücadelenin, yeniden dirilişin, pes etmemenin sembolüdür artık Manami ve ailesinin hayatında. Israrla bu kurak bölgede yağmurun yağmasını beklerler... “Toprağın altında, soğuktan korunmak için kış uykusuna yatmış soğanlar ve sarımsaklar./ Ömürlerinin sonuna gelmiş, önümüzdeki bahara tohumları olsun diye çiçek veren yeşillikler./ Yeni bitkiler yetiştirebilmek için tohum bekleyen boş tümsekler./ Güçlü bitkiler./ Kökleri derinlere inen bitkiler./ Hayatta kalan bitkiler.”
Rüzgâra Bırakılan Dilekler, bir gençlik romanı, ama, acıyla umudu yan yana barındırmasıyla yetişkinlerin de hayata dair kıymetli şeyler bulabileceği bir kitap. Tarihi olaylara bir de bir çocuğun gözünden bakmak, kitaptaki duygusal tonun hemen okuyucuya geçmesini sağlıyor. Bu sebeple de duygusal iniş çıkışlardan, karakterleri içselleştirmekten kendinizi alıkoymak pek kolay değil...
Görsel: Dilem Serbest
Yeni yorum gönder