Aptallık ile serserilik arasında gerilen tel üzerinde yürüyene cambaz değil, cesur denilir. Hangi yöne giderseniz gidin aslolan düşecek ve ölecek/sakatlanacak kadar mevzi değiştirmiş olmanızdır. Bunu göze almanız sıkıntılarınızı giderir. Örneğin, birini sevmeniz basittir. Birinden nefret etmeniz ise ciddi meseledir. Sevgi unutulabilir, küllenebilir; nefret ise kalıcı hasar bırakır. Hafızalar sevgiden çok nefret çöpüyle doludur. Çöp ev denen şeyde bile nefretin meyveleri, nefretin cenneti şekillendirilir aslında. Çünkü cennet nefret üzerine kurulmuştur; kötüye duyulan bu his, iyi diye tanımlanmıştır. Kötü, çözümlenmez, üzerinde düşünülmez, baştan reddedilir ve cennetin inşası için kötü hakkında fikir üretilmeden hareket etmek şarttır.
Kötüyü inceleyen de kötüdür: Bu kaideye riayet ezberedir. Algı boşluklarını irdeleyen şahıslar dışlanır, ruhları lanetlenir, dışarı atılır. Örneğin devleti, askeri, polisi, tanrıyı, millet kavramını, aileyi eleştirmek gizli yasaktır. Kurumları gözden geçirmek, yok saymak tehlikeli bir çizgiyi aşmak demektir. Birey olmanız günahtır. Birey özgürlüğü insanlık tarihindeki en büyük aşağılıktır. Aptallık ile serserilik arasına gerilen telde yürürken bununla yüzleştiğinizi bilmeniz, sizi alkışlatmayacaktır.
Kuralların boğuculuğu
Böyle büyük sahnelerde küçük görünmenin nedeni aklın ve kalbin küçüklüğü, sığlığıdır temelde. Mutsuzluğun kaynağı da budur: Dayatılan, metabolizmayı disiplin altına alan ama aslında bütünün korunması için oluşturulmuş kuralların boğuculuğu. İnsan, bu kurallara karşı çıkmadan onlarla empati kurmaya çabaladıkça mutsuzluğa gömülür; mizah yeteneğini kaybeder. Denge bu esnada bozulacaktır. Sanatla ara(sı)nın açılması da başlamıştır. Soğuma, sonsuza dek sürer. Oysa kuralların dışına çıkabilen birey için her şey şaşırtıcı, bağımsız, özgür ve komiktir. Artık temsil gücünü bırakıp temsili yazmaya karar vermek, iktidara gelmek değil, iktidarı olağana, sıradana indirmek manasındadır.
Sır kalmaz. Büyüler bozulur. Çürüme ve huzursuzluk ortadan kalkar. Mesele, cambazı yok sayıp cesur olanın kim olduğunu keşiftedir işte. Cesur olan eğer sizseniz, görev verenler, ödevle işkence yapanlar, bunu “insanlık pornografisi” diye adlandıranlar zaafsız kalmanız karşısında susacaklardır.
O zaman sabah uyandığınızda kıyafetinize yahut o günkü toplantınıza, buluşmanıza uygun çorap aramayacak, en sevdiğiniz çorabın hangisi olduğunu düşüneceksinizdir.
Değişim, dönüşüm budur. İçinizdeki ‘basit’i fark etmenizle başlar süper kahramanlığa adım atışınız. Süper kahramanlar uçmaz, çok güçlü değildirler sonuçta; onlar yalnızca tabiatın güzel zerrelerinden biri olduklarını anlamanın kudretine bürünürler. Neşe hakkında fikir yürütmekle neşelenmek arasındaki tel, bu diyalektik, bu çatışma ironiyi besleyecektir.
Gülümsemek paraşütünüzdür; yere çakılmak zorlaşmıştır. Sizi düşüremezler, aşağı atamazlar kolay kolay.
Bir adam, araba kullanırken bunların ne kadarıyla hesaplaşır? Hele içinden geçtiği orman ona şiir gibi bir manzara sunuyorsa. Sıkışmışsa. Sıkıştırılmışsa. Çözüm yavaş yavaş öğretilen kimliğinden silinip öze dönmenin yollarındaysa. Süratlenmek mi gerekir?
Jean-Yves Cendrey, Honecker 21 adını verdiği romanında tüm bu ayrıntıları olağanüstü imgelerle bir sone yazarcasına tasvir ediyor. Oyuncunun ezberlediği bir tekst midir kader? Topyekun bırakmak, özlediğin şeylere geçmek bu kadar mı zordur? Evet, zordur. Gelecek, bugünü değere çevirme mücadelesi altında ezilmiştir. Yapay ve sahte, kurgulandığı hissedilen bir hayatın getirisi olabilir mi? Hayır, olamaz. Ümitleri kaybetmek; sanki bu kör dövüşünde ümit sahibi olmak bir lüks, bir tür çelik yelek, bir kabuk, kısaca çocuk gibi yorganın altına saklanmak değil midir?
Kabahatlerinden, korkularından, endişelerinden kaçmak için kendi bedeninin içinde nereye saklanabilirsin? Hiçbir yere. Gelir, enselerler, indirirler seni. Paraşütün deliktir; çakılırsın.
Cendrey, yolculuğu, adres değiştirmeyi seven bir yazar; koordinatları birbirinden ayırmasının nedeni arayış yahut macera diye nitelendirilmemeli. Doğal duruşun tezahürü bu. İçinden geçeni dışına nakletmenin akıcılığı. Romanda da bu akıcılığın cevabı gizli zaten. Toplumun debisini reddedebilmek mücadelesi.
Kravatını, gömleğini çıkartıp yumuşak pijamalarını giyince uzaklaşmıyorsun; uzaklaşacaksan çırılçıplak soyunup gideceksin. Çözüm üretmeye gerek yok.
Okurken değişebileceklerin kaçırmaması gereken bir su Honecker 21. Ya ıslandım dersiniz ya da yıkanıp aklanırsınız. Tercih sizin.
YAzmışın gene, nediyim..
Yeni yorum gönder