Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Saçmanın Anlamı: Albert Camus



Toplam oy: 130
Camus; felsefi denemelerini teori ve fikirlerinin; romanları ise felsefesinin uygulama sahası olarak kullanır. Başkaldırı felsefesini Başkaldıran İnsan kitabında, saçma felsefesini Sisifos Söyleni’nde izah edip Yabancı ve Veba gibi romanlarında, felsefesini teoriden pratiğe geçirerek uygulamalı hale getirir.

Filozof, felsefesini kuran kişi mi yoksa yaşayan kişi midir? Bu kadim tartışmaya varlığıyla cevap veren bir filozoftan bahsedilebilir: Albert Camus. Çünkü teori kadar pratiği de fikirleri kadar yaşamayı da hayatında önceleyen bir düşünür olmuştur o. Felsefenin yaşam için bir rota çizmekte aciz kaldığını, insanların sorunlarına bir çözüm getirmekte başarısız olduğunu söyleyerek felsefeyle hesaplaşmak gerektiğinin altını çizmiştir çünkü.

 

“Tanrısız bir aziz”

 

Cezayir doğumlu Albert Camus; filozof, oyun yazarı, romancı, denemeci, sporcu gibi çok yönlü özellikleri ve sayısız eseri ile yalnızca Fransa’ya değil, Dünya’ya büyük tesirler bırakan isimlerden biri olsa da onu filozof olarak addetmeyenler de azımsanmayacak kadar fazladır. Albert Camus ve Saçma Felsefesi’ni kitaplaştıran Avi Sagi; felsefi problemlere teorik düzeyde katkı sunmayan Camus’yü, entelektüel ve akademik çevreler tarafından filozof olarak kabul etmeyen itirazlarına rağmen onun, anlamsızın tehdidi karşısındaki insanlara filozoflardan çok daha etkili bir düşünce inşa ettiğini söyler.

 

Camus’nün çok yönlü merakları, renkli kişiliği onun birbirinden farklı isimlerle anılmasına da sebep olmuştur. Onlardan en ilginci bir ateist olan Camus için yapılan “gizli bir ahlakçı” ve “Tanrısız bir aziz”* yakıştırmalarıdır. Başka bir benzer detay ise mistik bir filozof olan Simone Weil’i Camus’nün “zamanımızın tek büyük ruhu” olarak tanımlamasıdır. Camus’nün Weil’e olan ilgisi bununla sınırlı kalmaz. Palle Yourgrau, Simone Weil biyografisinde Camus’nün Weil’e olan alakasını şöyle ifadelendirir: “Albert Camus, Nobel Ödülü’nü almaya gitmeden önce derin düşüncelere dalmak amacıyla Simone’un Paris’teki eski apartman dairesine ziyaret gerçekleştirecekti.”

Yaşama karşı bir günah varsa başka dünyayı ummaktır
Varoluşçu, Absürdist gibi tanımlamalarla kategorize edilmekten hoşlanmayan Camus, 1970’lerde verdiği bir demeçte; varoluşçu olmadığını, yayınladığı tek fikir kitabının Sisifos Söyleni olduğunu, onu da sözde Varoluşçulara karşı kaleme aldığını belirtir. Sık sık Sartre ile mukayese edilmesine ise Sartre ile isimlerinin anılmasına beraber hayret ettiklerini, birbirleriyle tanıştıklarında ne kadar farklı olduklarını düşündüklerini söylemiştir.
Camus’nün felsefesinin ayırt edici bir karakteri olan diğer bir yönü de etik ve metafizik hakkındaki görüşleridir. Camus; dine, dinin hayatta etkisine ve dinlerin modern zamanlarda geçirdiği dönüşüme yönelik bazı fikirlere sahiptir. Ahmet Cevizci, modern dönemde dini inancın çöküşünün ardından doğan boşluğun Camus’nün “laik dinler” adını verdiği ilerlemeci tarih felsefeleri tarafından doldurulduğunu ileri sürer. Camus; Hegel’le, Marx’ın insani değerleri tarihsel gelişme ve ilerleme fikriyle yorumladıkları görüşlerinin de hükmünü kaybettiğini söyler. Cevizci ayrıca Camus’nün felsefece intihar ettiğini söylediği Kierkegaard’a ek olarak Husserl’i de suçladığını söyler. Çünkü Kierkegaard aklını Tanrı’ya feda etmiştir; Husserl ise aklı yüceltmiş fakat onu ideal özlerin içine mahkûm etmiştir. Bu iki filozofu bir araya getiren şey ise ikisinin de saçmayla verdikleri mücadeledir. Camus’ye göre değerli olan da budur; saçmayla “başkaldırı”yla mücadele etmek, “intihar” yerine ise yaşamak ve yaşatmaktır. Camus’ye göre saçmayı ne kabul ne de reddeden bu filozoflar günah işlemişlerdir. Camus, “ortada yaşama karşı bir günah varsa, bu belki ondan ümidi kesmekten daha çok, bir başka dünyayı ummak”tır diyerek kurtuluşun bu dünyada aranması gerektiğini belirtmiştir.
Felsefeye iki hediye kavram
Rıza Tevfik, Felsefe Sözlüğü’nde Mümteni (Absürde) olarak geçirdiği saçmayı ve kökenini şöyle tanımlar: “Latince ‘absurdum’den gelmiştir. Aklın sağır davrandığı yani taakkul edemediği şey demektir. Yunanca aslı ‘akılda yeri yok’ demektir.” Camus’nün saçması, kelimenin Yunanca karşılığına uyum sağlayacak şekilde insanın bitimsiz bir arzuyla dünyadaki düşlerine, özlemlerine, ideallerine, değerlerine karşılık beklerken; aklın tüm bu karşılık beklentilerine suskunluk göstermesi olarak karşılığını bulur. Felsefeye saçma (l’absurde) ve başkaldırı (la revolte) olarak iki ana kavram hediye eden Camus; saçma ile nihilizmi, başkaldırı ile de nihilizmi aşılmasını temellendirir.
Camus, yaşamdaki varoluşsal sorunların, ontolojik buhranların sebebi olarak gördüğü saçmayı yalnız teşhis etmekle kalmaz aynı zamanda saçmayla baş etmek için üç alternatif önerir: İntihar, Umut, Başkaldırı. İntihar ve umudu işlevsiz olarak gören başkaldırının felsefesini yapmış olur. İntihardan kurtulmanın bir yolu olmadığını, kurtuluşu Dünya’da yahut başka bir yerde aramanın, gerçeklikten kopuşun çözüm olmadığını gören Camus, intiharı saçmayla baş edemeyişin bir sonucu olarak izah eder.
Camus, “en çok haksızlığa uğramış veihanet edilmiş kişi” olarak nitelediği Nietzsche’den de ilham alır. “Tanrı’nın ölümü”yle yeryüzünün efendisi olan üstün insanı (übermensch) kendi başkaldıran insanıyla yorumlar. Başkaldıran İnsan’ı hayatın hayır demekten korkmayan bir savaşçı karakter olarak görerek onu hayatın içinde, tüm haksızlıklara karşı mücadele eden bir aktivizmde görür. Bu aktivistliği kendi hayatında da göstererek ilkelerinden biri olan “bir filozofun saygınlığının başkalarına öğütlediği şeyleri kendi hayatında tatbik etmesi” gerekliliğine de riayet etmiş olur.

Her şeye yabancılaşmış insanın resmi
Camus; felsefi denemelerini teori ve fikirlerinin; romanları ise felsefesinin uygulama sahası olarak kullanır. Başkaldırı felsefesini Başkaldıran İnsan kitabında, saçma felsefesini Sisifos Söyleni’nde izah edip Yabancı ve Veba gibi romanlarında, felsefesini teoriden pratiğe geçirerek uygulamalı hale getirir. En iyi felsefe metni olarak kabul edilen, 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazandıran Sisifos Söyleni adlı eserine Camus, “gerçekten önemli olan tek bir felsefe sorunu vardır, intihar” diyerek başlar. Saçma için “Peki, bu berbat histen nasıl kurtulunabilir?” sorusu Camus’nün beklediği sorudur. Çünkü yanıt, felsefesinin başka bir kavramı olan intihardır. Fakat Camus, intiharı teşvik etmeyerek yerine “başkaldıran insan” olmayı teklif eder.
Başkaldıran İnsan kitabındaki “başkaldırıyorum o halde varız” ifadesi felsefesinin en bilinir mottosu haline dönüşür. Camus’ye göre başkaldıran insan; saçmayla baş edebilen insandır. Başkaldırıyı üç türe ayıran Camus, Metafizik Başkaldırı, Tarihsel Başkaldırı, Sanat ve Başkaldırı’dan bahseder. Diğer bir kitabı Yabancı eserine “Annem ölmüş bugün, belki de dün, bilmiyorum” cümlesi ile başlar. Karakteri Meursault üzerinden duygulardan uzaklaşmış bir şekilde dünyayla ilişki kuran, değil annesi kendiyle dahi ilişki kuramayan; kendine, topluma ve dünyaya, her şeye, herkese yabancılaşmış insanın yabancılıklarını resmeder.

Absürt bir ölüm
Ölüm, yazgıyı aşikâr eder mi? Bazen hayatımızın tüm sırrı ölümümüzle ifşa olacak gibi geliyor. Nasıl yaşamışsak, tıpkı öyle. Albert Camus, Tersi ve Yüzü kitabında “benim ölüm korkum yaşama hırsımdan geliyor” der. Ölümü de hırsla ve coşkuyla yaşadığı hayatı kadar ilginç olmuştur. Camus, 1960’ta, Le Grand Fossard isimli bir yerde, kendisinin deyimiyle “en absürt ölüm şekli” olan trafik kazası sonucu hayatını kaybeder. Böylelikle intihar üzerine onca fikir geliştirip intihar etmeyen, absürdün felsefesini kurmuş bir filozof, “en absürt ölüm şekli” diye tanımladığı araba kazasında yaşamına veda etmiş olur. Cebinden bir tren bileti çıkar. Yüksek ihtimalle Camus, gideceği yere trenle gitmeyi planlamış fakat sonra karar değiştirip arkadaşıyla birlikte arabayla yola çıkmıştı.
*Esin Çoşkun, Mavi Melek dergisi, sayı 34, 2009

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.