Şehri rahat bırakırsanız, yani ruhunu ona teslim eder ve ruhunu şekillendirmesine karışmazsanız, şehir güzel olur. Güzel şehirler, mimarisinin elverdiği her yere insan yerleştirir ve insanın şehrin ruhuyla temasına erketelik yapar. Betonun gri bir lav gibi fabrikalardan akarak gelip donup binalara dönüştüğü bu dikine mağaralarda akıl almaz dalavereler, hayat söndüren sürprizler ve tehlikeli seks oyuncakları vardır. Dalavereler genellikle ihtiras kumpasları üzerinden yürürken hayat söndüren sürprizler daha çok anlık açlıklarla şekillenir; oysa tehlikeli seks oyuncakları, küçük politik çekişmeleri makul hale getirmek için yaratılmışlardır ve iktidarın bulaşmadığı, bulaşmaya çekindiği alanlarda kendi kurallarının hükmünü sürer. Bu tehlikeli seks oyuncakları özellikle metropollerde nüfuz ve sirayet ettikleri mecraların anatomisini de bozar: Kenetli yaşamaya mahkumların ilişkisi ve aralarındaki çekişmeye bağlı denge. Bozulan anatomi aslında kimsenin umurunda değildir. Tersine, yeraltının işine gelir bu sallantı saltanatı. Çatışmaların çeşitlenmesine, fikir ayrılıklarının renklenmesine neden olacağı bilindiğinden hatta zaman zaman ilişkilerin ve dengelerin bozulmasından memnuniyet duyulur. “Bir grup marjinal” diye adlandırılmaya alışkın bu insanların iyi bir hayattan beklentileri aslında hiç de anlaşılmaz değildir: Geçinebilecek kadar para, içebilecek kadar içki ve uyuşturucu, sevişebilecek kadar partner, direnebilecek kadar kişisel ve toplumsal arena, yaratabilecek kadar da macera ve malzeme. Gerisini iktidar yalakası kitlelere terk edip çekilmeyi seçmişlerdir çünkü. Onlar için iktidar, sağ/sol yahut dini/antiteik gibi yine kurumsallaşmaya müsait zeminlerden güç almaz. İktidar ile ilkelliğin büyük işbirliği, gezegen için tek kıyamettir ve bu kıyamette de kimse dirilmeyecektir.
O nedenle bu insanlar kendi aralarında itişip kakışmayı tehlikeli seks oyuncaklarına, üremeyip, çoğalmayıp sadece var oluşlarını sıkı sıkıya sahiplenmelerini sağlayacak “egotanrı”lara benzetirler. Onların mücadelesi bazen kanlı da bitse ekseriye küskünlükler ve sıradan, olağan kavgalarla sınırlıdır. Birbirlerini sevimsiz bulsalar da birbirlerini tamamladıkları gerçeğine de kayıtsız değildirler; işbirliğine gitmez, ancak karşı tarafı toptan yok da saymazlar-sayamazlar.
Edebiyat, tiyatro ve resim bu tür itiş kakışın sıkça rastlanıldığı bir define sandığıdır; özellikle batıda sanatın gelişimine katkıları tartışılmaz. Türkiye, ne yazık ki bu keçi inadı pratiğini atlamış bir ülkedir; çünkü sanatçıların özgürlükten önce devletle derdi bitmediğinden ne akımlarla ne de bu tür kırılma dönemleriyle zerre ilgisi olmamıştır. Biraz Avrupa mürekkebi yalamışlarda anlık eğilimler, elektrik kaçakları gözlemlense de herkes asli görevine gömülmek yoluna gitmiştir.
ABD'de Beat Kuşağı, bu şehir rüzgarının kuvvetli badirelerini göğüsleyen bir avuç yetenekli serseri olarak kelimelere sarıldığında seks gibi, uyuşturucu gibi, politika gibi, toplum ve sistem eleştirisi gibi gayet sert mevzulara sahipti; aynı platformun diğer ucunda ise Beat Kuşağı temsilcilerini züppelikle suçlayan Bukowski ve desteklediği kimi sokak şairleri yer alıyordu. Beat, gettolaşmayı hatta ayrıksı durmayı benimsemişti. Kendi aralarında bunun sıkıntılarını yaşasalar da Bukowski’ye göre bu “tastamam bir burjuva anarşizmi” idi ve kandırmacaydı. Yazılan metinlerde ağdalı bir dil vardı, en kötüsü halktan kopuktu. Oysa Bukowski aşağıdaydı. Yani insanların arasında. Olaya bu gözle bakan Bukowski ve kimi sokak şairleri bir araya geldiklerinde, onlar da kimi fanzinlerde, broşürlerde aynı sıkıntılar üzerine, ama daha yalın, tekniksiz yazılmış ürünlerini tartışıyorlardı. Bukowski, bu sokak şairlerine de fırça atıyor, içten içe de popülerleşme yolunda ilerlediği için sahiciliğini yitiriyordu. Beat Kuşağı ve karşısına dikilen bu Meat Kuşağı, işte yukarıda yorumlamaya çalıştığım modern düğümü ne çözdüler ne de sıkılaştırdılar. Öylece ortada kalıverdi.
Şenol Erdoğan, hazırladığı Charles Bukowski ve Meat Kuşağı dosyasını kitaplaştırdı; kitapta bu hırgürün ayrıntılarını ve Meat Şairleri’nin şiirlerinden örnekleri bulabilirsiniz. Geç kalınmış, atlanmış bir güzelliği bizimle paylaştığı için Erdoğan’a teşekkür etmeliyiz. Beat ve Bukowski sevenlerin ilgiyle okuyacaklarını düşündüğüm bu kitap, türle yakından uzaktan temas etmemişlere de belki hareket noktası oluşturacaktır.
Kitapta anlatılanları, yazılanları hayatına uygulamaya kalkanların da abartmamalarını özellikle rica ediyoruz. Çünkü Ortadoğu’da çapulcu olmak, ABD'de alternatif olmaya benzemez.
Yeni yorum gönder