Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Saramago’nun iç içe Lizbon’ları



Toplam oy: 912
Jose Saramago // Çev. Emrah İmre
Kırmızı Kedi
1992’den 2010’daki ölümüne kadar İspanya’da sürgün hayatı yaşayan José Saramago, siyasal erkin edebiyatı susturmaya gücünün yetmeyeceğini sessizce haykırıyor.

Ellili yaşların başında, Lizbonlu bir düzeltmen: Raimundo Silva. Raimundo epey yalnız ama bunu sorun etmiyor; içtenlikle yakınlık duyduğu tek şey üzerinde çalıştığı metinler.

Her düzeltmen gibi, ucu bucağı hayli sonlu bir kudrete sahip çalıştığı metinler üzerinde. Genellikle yaptığı şey, metinlerin kuytularına pek inmeksizin, aşina bir göze çarpması muhtemel hataları tespit etmek, anlatım bozukluklarını düzeltip bulanık kısımları berraklaştırmak ve nadiren de olsa –o da yazarına pek belli etmeden– yazım hatalarını şöyle bir düzeltmek: Bir ayakkabı ustası yalnızca yamalar hakkında konuşmalı; sonuçta kendisine sadece bunun için para ödeniyor. Gerisi, “aslen itibarlarından kendisine pay vermeyen yazarlara ait olduğundan üstüne alınmaması gereken dertler.”

Ama yarından itibaren, diyelim ki sırf Aristoteles öyle buyurdu diye, meraklı öğrenciler, ortalama okurlar ve hatta eğitmenler bir sineğin dört bacağı olduğunu söyleyecekler. Birileri başka birilerinin yazdığını saf saf, doğruluğunu kontrol etmeden tekrarlamaya başlayacak. Tarihsel çarpıtmalar, doğru bilinen yanlışlar, resmi tarihler külliyatı da işte böyle doğmamış mı, yine böyle doğmayacak mı? Söylencelerin mutlak doğruya büküldüğü yer tam da burası değil midir: “Falanca bir şey der, Filanca onu duyar, Felanca’ya aktarır ve tarih bu üç yetkin ismin aktardığı şekilde yazılır.” Tıpkı düzeltmenin üzerinde çalıştığı kitap olan “Lizbon Kuşatmasının Tarihi”nin yazarının yaptığı gibi. Bu noktadan itibaren, düzeltmenin önündeki tarih kitabının yazarına Felanca demekte bir sakınca yok sanırım! Raimundo –yani Felanca’nın metninin düzeltmeni– Felanca’nın kanıtı kendinden makbul tarihsel “gerçek”lerini, taraflı yorumlarını doğru kabul edip kitabını bunlara dayandırmasından mı bilinmez, kendini tutamayıp kitabının bir sözcüğünü değiştirir. Sözcüğü değiştiren ek, bir olumsuzluk eki. Ama olumsuzluk ekinin yapıştığı fiil, Felanca’nın Lizbon kuşatmasının tarihini anlattığı “Lizbon Kuşatmasının Tarihi”ni olduğu gibi, 1147’de gerçekleşen Lizbon kuşatmasının tarihini de ters düz edecek cinsten! “Artık kitapta haçlıların Portekizlilere Lizbon’un fethinde destek vermedikleri söyleniyor, öyle yazıyorsa gerçek kabul edilecek bundan böyle, yanlış dediğimiz şey doğru dediğimiz şeye baskın çıktı, onun yerini aldı, şimdi birinin tarihte olanları yeni baştan anlatması lazım, ama nasıl.”

 

 

Yayınevinde işe yeni başlayan düzeltmenler koordinatörü Maria Sarah’nın önerisini kabul edip Lizbon kuşatmasında olan biteni baştan anlatacak kişi de Raimundo’dan başkası değil. Üstelik Raimundo’nun yazmaya başladığı kitabın başlığı da tanıdık; “Lisbon Kuşatması’nın Tarihi”: “Raimundo Silva masasından kalkmış, daracık çalışma odasında volta atmakta, içinde kabaran bu yeni gerginlikten bir an önce kurtulabilmek için koridora çıkıp yüksek sesle düşünüyor, Asıl sorun bu değil, elbette haçlılarla kral arasındaki uyuşmazlığın, hakaretlerin, güvensizliğin (…) temelinde, verilen hizmetin karşılığının nasıl alınacağı yatıyor, kral tasarruf peşinde, haçlılarsa ganimet.” Raimundo’nun bu tarihsel romanı yazmaya başlamasının sebebiyse her kurmacanın, kurmaca yazarının sığındığı o sihir aslında: ‘Ama benim çözmem gereken sorun başka, olumsuzluk ekini yazdığımda haçlılar çekip gittiler, dolayısıyla Neden sorusunun cevabını gerçek addedilen tarih metninde aramamın hiçbir anlamı yok, kendim farklı bir tarih yazmalıyım, farklı olduğu için sahte, sahte olduğu için farklı bir tarih.’” Üstelik bütün bunların, yazının başından bu yana sözü her şeyin iç içe geçtiği metin de Lisbon Kuşatması’nın Tarihi!

 

 

 

Nefis bir ders

 

Saramago’nun Kuşatma’sı, hem bütün bu karışıklığın sebebi olan tarih kitabını, hem Raimundo’nun tarihsel romanını ve onu örerken karşılaştığı sorunları –ki bunlar kurmaca dediğimiz şeyin genel yapısı ve temel meseleleriyle de doğrudan ilgili– hem de Raimundo’nun gündelik hayatını bir kalıpta eritmeyi başarıyor. “Demek bir aşk hikayesi söz konusu, Öyle de denebilir, Sizce pek öyle değil galiba, Mesele o devirlerde insanların aşkı nasıl yaşadıklarını bilemiyor oluşum, hislerini hayal etmekte zorlanmasam da o zamanlar halktan bir erkeğin halktan bir kadına aşkını nasıl ifade ettiğini tahmin bile edemiyorum.”

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Raimundo romanına dair esaslı dertlerle boğuşur, genel anlamda da kurmacanın yapısına ve roman yazarına dair esaslı tespitlerde bulunurken yer yer Saramago’nun iç sesi haline gelen anlatıcı da Raimundo’dan geri kalmıyor.  Bunu yaparken cebinden çıkardığı anahtarlardan birisi de Raimundo ve Maria Silva’yı da birbirine bağlayan tarih dışı o tutku: “İkisi de mutlu, hatta öyle mutluydular ki birinden ayrılıp ötekinden bahsedersek haksızlık etmiş olacağız, ama ne yapalım, elimiz mecbur, hayal ürünü başka anlatılarda da görüldüğü üzere iki karakterin yaptıklarını aynı anda betimlemek hem fiziksel, hem zihinsel açıdan imkânsızdır, hele de birbirlerinden uzaktalarsa, böyle işlere ancak anlatısının nesnel çıkarlarını şu veya bu karakterin gayet meşru beklentilerine üstün tutan yazarlar girişir, bu yazarlar kendi boş sözleri ile önemsiz eylemlerini ana karakterin, kahramanların iş ve sözlerine yeğlerler.”

Lizbon Kuşatması’nın Tarihi nefis bir ders gibi. Saramago, büyüdükleri, birileri engel olmadığı sürece var olmaya devam edecekleri şehirlerinin geçmişiyle birlikte bugününü de damar damar örüp en baştan kuran büyük yaratıcılardan.  Dönemin Portekiz hükümetinin baskı ve sansür politikaları sebebiyle 1992’den 2010’daki ölümüne kadar İspanya’da sürgün hayatı yaşayan yazar, siyasal erkin edebiyatı susturmaya gücünün yetmeyeceğini sessizce haykırıyor.

 

 

 


 

 

Görsel: Mete Kaplan Eker

 

 


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.