Bazılarının kelimeye ihtiyacı yoktur; kelimelerle değil eşyalarla, olup bitenle konuşurlar. Anlamın tercümanı işte o zaman hayattır. Yaşanılan, yaşatılan hayattan çok seyredilen, zorla seyrettirilen hayat kimseye güzel gelmeyen cümleler kurdurtur insana; bu bazen bir susuştur, bazen bir telaş, bazen sadece tesadüflerden oluşmuş ağır bir şaka. Sosyalleşmekten kasıt eğer başkalarına pervasızca müdahale edebilme hakkını elde etmekse, başkaları hakkında hüküm vermek, başkaları için mutluluk ve acı reçeteleri yazmaksa, insan sosyalleşmeden yaşamayı öğrenmelidir. Sevgiliniz sizinle röportaj yapar gibi sevişmeye kalkışıyorsa, uzun ve sıkıcı bir anketi yanıtlar gibi öpüşüyorsanız, bazılarının kelimeye ihtiyacı yoktur. Orada saçma suç kendini kanıtlamış ve yargının vereceği kararı beklerken kelimeleri imhaya yönelmiştir bile.
Daha önceden söylenmemiş, kaleme alınmamış hiçbir şeyden alıntı yapmadan susmayı tercih; kafaları bulandıran bu soyutlamadır. Yeni toprakların keşfi, sahte cennet arayışı gitgide oranın yerli halkını köleleştirmeye, kaynaklarını çalıp tüketmeye yönelir ya, iki insanın aşkı da bu vazifenin emrindedir. Pişmanlık fayda etmez. Ortada üstünüze alacağınız bir cinayet işareti bile bulunmaz. Baş ağrısına yol açan binlerce yıllık uğultu; herkesin birbirlerine dedikleri; katrilyonlarca söz; sıradan canlının işitemeyeceği bu muazzam gürültü nasıl da yorucu, bıktırıcı, isyan ettirici, hastalandırıcıdır ki bazılarının kelimeye ihtiyaç duymaması bu çirkinliğe ortaklığı rettir.
Yanıltan mutluluklar, zahiri huzurlarla kozasına çekilen asaletten uzaklaşacaktır; oysa evren unvan dağıtmak için vardır. Masalsı unvanlar. Fantastik unvanlar. Şiirsel unvanlar. Çok tanrılı bir mitolojinin günlüğünü tutmak gibidir aslında yaşamak. Ne zaman insan, çevresindeki mitolojiyi hisseder ve bunun dökümünü yapmaya başlar; işte o zaman, bazılarının kelimeye olan ihtiyacı ortadan kalkar. Örneğin şimşek kelimesiz çakar. Örneğin bir kuşun uçuşu kelimesizdir. Bir kulenin göğe yükselip oralarda kayboluşu kelime aradığından değil, dillerden arınma arzusundandır. Yerin altına doğru inip kaybolmaya çalışmak da öyle: Konuşmanın kirinden kaçmak. Başka başka şekillerde yaralanma merakı: Doğanın, uygarlığın, vahşet ve bakirlik yatağı gezegenin sunacağı biraz şehir, biraz dışarısı kokan bir travma. Üstatların deyimiyle, varoluşun sebebi yaralar. Doğum yaraları gibi masum. Belki ses vardır orada bir tek. Ya da ünlem belirten heceler. Evet ve Hayır’ın kimi dillerde tek hece olmasının alameti. Kabul ve inkar’ın birdenbireliğine inanış.
Senin de için acımıyor mu gözlemlediğin projelerden: İlişki projesi peşinde bir aşık, çocuğunu yetiştirme projesi peşindeki ebeveyn, çoksatar projesi peşinde peşindeki sanatçı, barış projesi peşindeki siyasetçi vesaire vesaire ve bir daire gibi kendi çevresinde döne döne girdaba dönüşen bir ejderha ağzı. Bir çamur ağzı. Bir çöp ağzı. Bir bok ağzı. Bir “Seni çok seviyorum.” ağzı. Bir “Seni çok özledim.” ağzı. Ağız mı, anüs mü; kavramlar, organlar, durumlar karman çorman oluyor kelimelere başvurulduğunda; o yüzden bazılarının kelimeye ihtiyacı yoktur.
(Görsel çalışma: Guillermo Presteguti)
Onların ne istediği de pek bilinmez aslında; çünkü buralarda oldukları halde ortalıklarda dolaşmazlar. Hayal kura kura hayalete dönüşen eski bir tanıdığa benzerler. Umay Umay gibi. Umay’ın şiirleri, sözleri, nefesi, şarkıları, gülümsemesi, saklanması gibi. Cevapsız Ağrı’larıyla uzak için, uzaklaşan için, uzaktaki için bugünün ağıtını yakmak -Kızılderili bir kadının buruşan yüzünde, siyahi bir büyücünün Afrika talanında, sarayı çalınmış bir kraliçenin Ortadoğu sokaklarında- son taşıtın az önce kalktığı o kırık bedende.
(Manşette kullanılan görsel Felix Vallotton'a aittir.)
oysa gözlükler düşünce, üşümek ortadan kaldırılırdı.
Yeni yorum gönder