Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Şatonun içinde



Toplam oy: 719
Anna Kavan // Çev. Roza Hakmen
Everest Yayınları
Buz'u okuduğumda, Anna Kavan'la bu denli geç tanışmanın büyük bir kayıp olduğunu düşünmüştüm. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Kartal Yuvası da Buz kadar heyecan verici bir roman.

Anna Kavan, ilk romanını 1929, son romanını 1967 yılında yazmıştı; ancak Türkçeye ilk kez, son romanı Buz’la, 1993 yılında çevrilebildi. Kafkaesk bir atmosferde geçen distopik hikayesiyle Buz’u okuduğumda, Anna Kavan’la bu denli geç tanışmanın büyük bir kayıp olduğunu düşünmüştüm. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Kartal Yuvası da Buz kadar heyecan verici bir roman. Kavan, “modern toplumun sahteliğine, acımasız kurallarına, anlamsız kurumlarına ayak uyduramayan” çaresiz ve şaşkın bireyi anlatıyor. 

 

1901’de bir İngiliz ailenin çocuğu olarak Fransa’nın Cannes kentinde, Helen Woods adıyla dünyaya gelen Anna Kavan, yazmaya 1920'lerin sonunda Burma'da, A Charmed Circle romanıyla başladı. 1937 yılına kadar yazdığı romanlarında gerçek ismini kullanırken roman kahramanlarına her seferinde kendi ismini verdi. Kocasından boşandıktan sonra Anna Kavan adlı bir roman karakteri yarattı ve kendisi de bu adı sahiplendi. Kavan soyadının Kafka'ya bir gönderme olduğu söylenir. Katlanılması zor bir hayat yaşadı. 1968 yılında bir kalp krizi sonunda ölen Kavan'ın yanı başında sadece "Bazuka" adını verdiği eroin şırıngası vardı.

 

Hayatın saçmalığı

 

Bir türlü işe koyulamayan kahramanımız, Kartal Yuvası’nda boşlukta hissedecektir kendisini. Daha da kötüsü diğer çalışanlardan şüphelenecek, komplo teorileri kurmaya başlayacaktır.

 

 

Roman kahramanı ve hikayenin anlatıcısı genç adam, başarılı bir kütüphane arşivcisi olmasına rağmen –kriz nedeniyle– işinden çıkarılınca zor durumda kalır. Becerisi ile uyumsuz işlerde itilip kakılırken istenmeme duygusunun altında ezilerek ruhsuz bir atalete gömülmüş, kendisine güvenini yitirmiştir; tam bu sırada bir gazetenin “Personel Arayanlar” köşesinde şu satırlar çıkar karşısına: “Yönetici –, –’deki malikanesinde yeni bir hayata başlama fırsatı vereceği dürüst bir erkek arıyor. Teknik nitelikler gerektirmeyen işte çalışacak kişiye yeteneğine uygun görevler verilecektir.”

 

Genç adam Yönetici şahsiyetle daha önce tanışmış, hatta onun takdirini kazanmıştır. Buradan aldığı cesaretle işe başvurur ve kabul edilir. –– yakınlarındaki Kartal Yuvası diye bilinen bir mekanda konuşlanan işyerine ulaşmak için trenle yola koyulur. Tren ilerledikçe mekan hızla değişir, neredeyse tekinsiz bir hal alır: “Kent arkamızda kalmıştı artık. Karşımdaki manzaranın ilkel vahşeti, uçsuz bucaksız, el değmemiş kayalıklar ve dağlar, o güne kadar gördüğüm her şeyden farklıydı. Tepeye tırmanmaya başlayan yol, önümüzde sonu gelmeyen, yukarı tırmanan kıvrımlar halinde göz alabildiğine uzanıyor, kızgın güneşin sarartarak yırtıcı aslanların rengine boyadığı, inanılmaz, olağanüstü şekillerdeki garip, vahşi sarp kayalıklar arasından geçiyordu. Her şey kurak, yabani, devasa ve doğaya aitti, gezegenimizin uzun ömrünün daha önceki bir aşamasından bir manzara gibi.”

 

Çeşitli zorlukları aşarak Kartal Yuvası’na varır ama Yönetici orada değildir. Üstelik diğer çalışanlardan hak ettiğini düşündüğü saygı ve sevgiyi de göremez. Buna rağmen bir işe kabul edilmenin mutluluğu ile, Yönetici’ye gönülden, daha doğrusu “kölece” bağlanır. Ancak Yönetici hâlâ görünürlerde yoktur. Bu durumda bir türlü işe koyulamayan kahramanımız Kartal Yuvası’nda boşlukta hissedecektir kendisini. Daha da kötüsü, diğer çalışanlardan şüphelenecek, komplo teorileri kurmaya başlayacaktır.

 

Yönetici dönüp geldiğinde ise büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Düşleriyle gerçekliği birbirine karıştıran anlatıcının kendisiyle yüzleşme zamanı gelmiştir: “Ama bu dayanılmaz bir şey, diye düşündüm, anlamsız bir evrensel haksızlık düşüncesine tahammül edemeyerek. Bir anlamı olmak zorunda, hayatın bir yerlerde bir anlamı olmalı... Bir an eski hayallerime geri dönmeye çalıştım... şansım dönecekti... her şey düzelecekti, hâlâ olabilirdi... Yok, yararı yoktu; kendimi kandıramıyordum artık – aslında kandırmak istemiyordum bile. Zaten fazlasıyla uzun süre hayallerle yaşamıştım, masallarla yaşayan bir çocuk gibi.”

 

İçi dışından farksız

 

Kartal Yuvası, Kafka’nın Şato’sundan esinlenerek yazıldığını gizlemeyen bir roman. Yegane fark, birisinin dışarıdan, diğerinin içeriden anlatılması. Kafka’nın tapu kadastro memuru K., Şato’ya bir türlü ayak basamamıştı. Kavan’ın isimsiz kütüphane memuru ise Şato’yu andıran Kartal Yuvası malikanesine kabul ediliyor. Ne var ki, içeride olmanın dışarıda kalmaktan hiçbir farkı yoktur; birey ikisinde de aynı anlamsızlık, aynı hiçlik duygusuyla kuşatılır. 

 

Şato’dan yaklaşık kırk yıl sonra, kapitalizmin ve bürokrasinin çok daha örgütlü ve boğucu olduğu bir dönemde yazılmıştı Kartal Yuvası. Avrupa’da gençlerin özgürlük ve isyan talepleri yükseliyordu. Yaşadığı çağı her zaman ruhunda hissetmiş bir yazar olarak Anna Kavan da, bireyin varoluşsal sorunlarıyla sistem arasındaki ilişkiyi, sömürüyü, elbette çok daha açık ifadelerle dile getirecekti: “Beni rezil biçimde sömüren küstah bir zorbanın emrinde çalışmak zorunda değildim. Ama onun karşısına korkmadan çıkmam gerektiğini bildiğim halde, sürekli aşağılanmanın verdiği moral bozukluğuyla kendimi savunmaya cesaret edemiyor, başka kimsenin beni işe almayacağını düşünüyordum neredeyse.” Ya da: “Kapitalizm ve bürokrasi... Kartal Yuvası’nda yürürlükte olan olağanüstü sistem bağlamında düşünüyordum; bu sistemi adeta pitona benzer, her yeri sarmalayan, her türlü mutluluğu ve spontane canlılığı ezen, bulutsu, devasa bir şey olarak hayal ediyordum.”

 

Roman boyunca gerçeküstü bir dünyada dolaştığımızı bilmemize rağmen gerçeklik duygusunu hiç yitirmiyoruz. Tıpkı Buz’daki gibi, öncelikle dili ve üslubuyla izin vermiyor hikayenin hafife alınmasına Kavan. Kafka esinlenmesiyle geliştirdiği –boşluklar, belirsizlikler, ani çıkışlarla dolu– diliyle bireyin hayal ve hezeyanlarını, zihinsel tıkanıklarını ve yabancılaşmasını sergiliyor. Kişi, ülke, şehir, yol, dağ, deniz isimleri belirsiz, aslında romanın bütününe yayılan bir belirsizlikten söz edebilirim. Belirsizlik, romanın son bölümündeki açıklamalarla çözülüyor. Gerçekliğin zihinde yarattığı hayal ve canavarlar arasındaki ilişki çıkıyor ortaya. Söz konusu ilişki Anna Kavan’ın kurmaca dünyasının ipuçlarını barındırması açısından önemli. Zor bir hayat sürdüğünü belirtmiştim; erken yitirdiği babası, annesinin sevgisizliği, iki başarız evlilik, birisi II. Dünya Savaşı’nda diğeri doğumundan kısa bir süre sonra hastalıktan ölen iki çocuk, yalnızlık, aidiyetsizlik, intihar girişimleri, uyuşturucu bağımlılığı... Kavan için bu cehennemi hayattan yegane kaçış yolu yazmaktır. Tıpkı Kartal Yuvası’ndaki roman kahramanı gibi, o da gördüklerini, hissettiklerini, korku ve hezeyanlarını yansıttı kurmaca dünyasına.

 

 

 


 

 

* Görsel: Tolga Tarhan

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.