"Boğazının ortasına kurşun yiyip de canlı kalan bir insan ya da hayvan hiç işitmemiştim. “Atardamar parçalanmış olmalı” diye düşündüm. İnsanın başına kan götüren iki ana damarından biri kesildiğinde daha ne kadar yaşayacağını merak ettim, muhtemelen birkaç dakikadan fazla değil. Her şey gözüme bulanık görünüyordu. Kesinlikle öleceğimi düşünmem iki dakika kadar sürmüş olmalı. Bu da çok ilginç oluyor –yani böyle bir durumda insanın aklına neler geldiğini bilmek hayli ilginçti demek istiyorum. Anlayışla karşılanacak şey: İlk aklıma gelen karım oldu. İkinci düşüncem: Her ne denirse densin, bana çok iyi uyan bu dünyadan ayrılıyor olmanın şiddetli üzüntüsüydü."
Bir keskin nişancının, bir anlık dalgınlığından faydalanarak boğazından vurduğu yukarıdaki satırların sahibi, çoğumuzun 1984 ve Hayvan Çiftliği kitapları ile tanıdığı, distopya edebiyatının en muteber kalemlerinden biri olan George Orwell’den başkası değil. Şükür ki, yazarın bu dünyadan ayrılıyor olmaktan kaynaklanan şiddetli üzüntüsü yerini sesini kaybetme ihtimalinin verdiği sıkıntıya, bir süre sonra da boğazında savaşın uğursuz bir nişanesi olarak taşıdığı yara izine bıraktı ve Orwell, ensesine vuran işbirlikçi şafak güneşinin nişancıya yerini ihbar etmesiyle gelen bu vartayı ucuz atlattı.
1936’nın Temmuz’unda başlayan İspanya iç Savaşı’na George Orwell bir gazeteci olarak katıldı. Sonrasında cumhuriyetçilerin safında dövüşen POUM* milisleri arasında yerini alsa da gerçeğe sadık bir biçimde yaşadıklarını yazmayı hiç elden bırakmadı. Aragon cephesinde can sıkıntısından patlayıp faşistlerden çok kış soğuğuyla başa çıkmaya çalışırken, Barselona sokaklarında bir POUM milisi olarak komünistlerin saldırma olasılığına karşı nöbet tutarken, birlikte savaştığı yoldaşını 1984’tekine rahmet okutan bir cezaevinde ziyaret ederken, düşman hatlarına yaptıkları bir saldırı sırasında aniden karşısına çıkan bir faşisti şuursuzca kovalarken, hatta boğazından vurulmuş yerde yatarken, olan bitenle arasındaki kuşkucu, gerçekçi ve ziyadesiyle ironik takip mesafesini hep korudu. Onun, o kendine has yalın, bir o kadar da acımasız hakikat arayışının temelinde yatan, biraz da çevresiyle arasında bulunan özdeşleşmeye mani bu mesafedir kanımca.
Katalonya’ya Selam ilk olarak 1938 yılında basıldı. Henüz iç savaş sonlanmamış, muzaffer ve mağlup ilân edilmemişken... Ne ki, iç savaş Cumhuriyetçilerin zaferiyle sonlansaydı dahi Orwell, devrimci durumun gün be gün çözülüp gittiğini 3,5 ay arayla iki kez yolunun düştüğü Barselona’da yaptığı çarpıcı gözlemlerle ortaya koyuyordu:
Savaşa katılmak üzre İspanya’ya geldiğinde karşılaştığı Barselona, Orwell’in deyimiyle, saşırtıcı ve kuşatıcıdır: Büyüklü küçüklü bütün binalar işçiler tarafından zaptedilmiş, dükkan ve işletmeler kolektifleştirilmiştir. İnsanlar toplumsal hiyerarşiyi işaret eden sıfatları bir kenara bırakarak birbirlerine yoldaş ya da sen diye hitap etmeye başlamıştır. Bahşiş yasaklanmış, berber dükkanlarında berberlerin artık köle olmadığını bildiren afişler asılmıştır. Orwell, bütün bunları, uğruna savaşmaya değer şeyler olarak tanımlar. Katıksız eşitlik ideali, ansızın ve kontrolsüz bir biçimde boy atmaya, serpilmeye, yeşermeye başlamıştır. Şehir bu haliyle hayvanların tüm üretim araçlarına el koyup insanları def ettiği Orwell’in meşhur çiftliğini andırmaktadır. Sanki şehrin girişindeki Beylik Çiftliği tabelası Hayvan Çiftliği’yle henüz değiştirilmiş, Snowball sonuncusu “bütün hayvanlar eşittir” diyen 7 emri birkaç saat önce şehrin görünür bir duvarına katranla karalamıştır. Çiftliğe İngiltere’den gelen Orwell için manzara kuşkusuz etkileyicidir.
Bundan 3,5 ay sonra cephe dönüşü karşılaştığı Barselona’da ise durum neredeyse tam tersine dönmüştür. Barselona’da yaşayanlar için artık savaşın bir anlamı yoktur. Yanı sıra, yeşermeye başlayan eşitlik rüzgarı soluksuz kalmış, zengin-yoksul arasındaki ayrım yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. Halk Ordusu subaylarının kıyafetleri çiftlikteki domuzların yattığı yatak gibi değişmiş, 7. emre masum bir ek yapılmıştır: Bütün hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir.
Orwell, Katalonya’ya Selam’da Franco’dan ve onun ordusundan neredeyse bahsetmez. Cephede karşılaştığı faşistler, ekseri uzakta karınca gibi belirip kaybolan gölgeler ve peşmurde kıyafetleri ile açlıktan kırılan asker kaçaklarıdır. Anlatısını pek az gördüğü “onlar” üzerine kurmak yerine “kendilerinden” bahseder: “Şaka” olsun diye sığınağın ateşine el bombası atan çocuk; on dakikalığına tanıdığı ve üzerinde derin bir etki bırakan kızıl saçlı, külhanbeyi görünümlü İtalyan milis; herhangi bir haberleşme olanağı bulunmayan gizli hapisanelerde izini kaybettiği Belçikalı Kopp… Katalonya’ya Selam elbette Orwell’in kişisel hikayesinden de beslenir. Ancak girişte alıntılanan vurulma anı okuru yanıltmasın, yazar kendini fotoğrafın merkezine yerleştirmez. Orwell, yaptıkları her ne kadar cesaret işi olsa ve övgüyle anılmayı hak ediyorsa da, yoldaşlarının fedakârlığına saygısızlık etmeyecek kadar değer bilir, kendine övgü düzmeyecek kadar entelektüel ahlaka sahip biridir.
Katalonya’ya Selam, devrim olasılığının ezilmesindeki kimi sol siyasetin sorumluluğunu gözler önüne sererek, sistem karşıtı hareketlerin tarihine göz ardı edilemeyecek öneme sahip bir not düşer. Özellikle İspanyol Komünist Partisi ve onunla bağlantılı olarak Sovyetler Birliği’nin, adeta devrim aleyhtarı bir faaliyet içinde eşitlik ve özgürlük ideallerini nasıl törpülediği kitapta olabildiğince açık bir biçimde anlatılır. Bu faaliyetin hem gündelik hayattaki hem de uluslararası alandaki karşılığı Orwell tarafından incelikli bir işçilikle okura aktarılır. Yaşananlar hakkında uzaktan yakından bilgisi olmayan yazarların ve gazetelerin, gerçekleri çarpıtan “yeni dili” nasıl icad ettikleri Orwell’in dikkkatinden kaçmamıştır. Orwell’in yüzleşmekten kaçmadığı ve kıyasıya eleştirdiği bu dünyanın 1984’ün dünyasıyla akraba olduğu rahatlıkla iddia edilebilir.
Zamyatin Biz’i yazmadan önce Rusya’da yaşadıklarını kaleme alsaydı eğer, olgular ve olaylar değişirdi ama, ortaya çıkan anlatı aynı resmin farklı veçhelerinden ibaret olurdu. Bu anlamda Katalonya’ya Selam’ı tek başına bir tarihi anı roman değil. Orwell’in başyapıtlarının bir iz düşümü, bir gölgesi. Kitap sadece İspanya İç Savaşı’nı merak edenler için değil, ama aynı zamanda Orwell’in satırlarını aralamaya meraklı okurlar içinde çok önemli bir çalışma.
Orwell’in selamı Katalonya’ya olduğu kadar hakikatin peşine dürüstlük ve cesaretle düşen herkese. Bu güzel selamın aksi sedasını bulması dileğiyle...
Özgür Çiçek
* POUM: (Partido Obrero De Unificacion Marxista) Birleşik Marksist İşçi Partisi
Yeni yorum gönder