Bu İş Asla Tutmaz - Netflix’in Doğuşu ve Bir Fikrin İnanılmaz Serüveni, Netflix’in doğuşunu ve geçirdiği süreçleri, bu platformun kurucularından biri ve ilk CEO’su olan Marc Randolph’un ağzından anlatıyor. Yeni bir iş kurmak gibi bir planınız yoksa dahi, Netflix’in adının az kalsın CinemaCenter olacak olması, televizyonlarımıza bağlı bu yeni kara kutuya bakış açınızı değiştiriyor.
Neredeyse her ülkede 150 milyonu aşkın abonesi var; kendi televizyon şovlarını, dizilerini, filmlerini yapıyor. Son dönemde Türkiye’de insanların film izleme alışkanlığını değiştirdi. Artık pek fazla uğraşmak istemiyoruz ve onda ne varsa onu izliyoruz. Uğraştırmaması avantaj, fakat bizi sadece belli filmlere mahkûm ediyor ve araştırarak gündemimiz dışındaki dizi-filmlere ulaşmamızı da engelliyor. Her halükârda, Netflix hayatımızın bir parçası. Bu İş Asla Tutmaz - Netflix’in Doğuşu ve Bir Fikrin İnanılmaz Serüveni, bu platformun doğuşunu ve geçirdiği süreçleri, Netflix’in kurucularından biri ve ilk CEO’su olan Marc Randolph’un ağzından anlatıyor.
Netflix’in kuruluşuna dair, bilmeyenler için önemli olacak bir notla başlamalı: Netflix, 1997-98 yıllarında kuruluyor ve o dönemde çevrimiçi yayın izlemek mevcut internet şartlarından ötürü pek mümkün değil. Haliyle, Netflix bir “film kiralama şirketi” olarak kurulur. DVD’leri internet sitesinden seçersiniz ve seçtiğiniz DVD’ler adresinize gelir… Şimdi bakıldığında gayet arkaik görünen bu yönteme, o dönemde de insanların alışması zaman almış ve Netflix’in kuruluşu bir hayli sancılı geçmiş.
Kitap bir start-up kitabı olarak görülse de, platformun günlük hayatımıza bu kadar sirayet etmiş olması onu farklı, daha “nostaljik” bir yere oturtuyor. Kitap boyunca kurucu Randolph’un ağzından dökülen birtakım “öğütler” kitabı bir tür start-up hikâyesine dönüştürüyor, ama bir süre sonra bunları görmeyip eğlenceli yerlere odaklanmayı öğreniyorsunuz. Yine de bir tanesini burada belirtelim: “Tezahür anlarına aldanmayın. İyi fikirler haftalar ve aylar içinde çok daha yavaşça ve adım adım görünürler. Ve hatta bir tanesine ulaştığınızda, bunun farkına varmanız uzun sürebilir.”
Abonelik sistemi
Platformun hayatımıza kattığı ve hatta online satın alma sistemini derinden değiştiren en önemli özelliği abonelik sistemi olmalı. İlk açıldığı yıllarda insanlara tek tek film kiralatmayı bir türlü beceremeyen ve sadece film DVD’leri satarak ayakta kalan platform, birkaç yıl sonra şimdiki icra yöneticisi Reed Hastings’in CEO olmasıyla birlikte abonelik sistemini keşfeder. Abonelik sistemi, sizi kaç film izlediğinize göre değerlendirmez ve böylece her ay aynı parayı vererek istediğiniz kadar film izlemenizi mümkün kılar. Temelde “O kadar para veriyorum, bari izleyeyim” mantığına dayanan bu sistemden sonra, Netflix tek tek film kiralamayı bırakır ve algoritmasını geliştirmeye karar verir. Şimdiki Netflix’in ana ayağı olan bu fikir, izleyicilere filmleri oylatır ve ona uygun yeni filmler önerir. Nihayetinde, artık izleyicinin yapması gereken pek bir şey yoktur. Tembellik birçok şeyin önüne geçmiştir. İzleyici yeni filmler keşfetmekle vakit harcamaz ve her ay önüne sunulanı tüketmeye odaklanır. Küçük Prens’te, satıcıyla karşılaşan kahramanımız onun susuzluğu gidermek için haplar sattığını duyunca şaşırıyordu, hatırlarsınız. Bunun insanlara haftada elli üç dakika kazandırdığını öğrendiğindeyse şu cevabı veriyordu: “Dilediğimce harcayacak elli üç dakikam olsaydı, bir çeşmeye yürürdüm ağır ağır.” Netflix’in kaybettirdiği de bu çeşmeye ağır ağır yürüme durumu olmalı; tabii, bu başka bir yazının konusu.
Bu İş Asla Tutmaz’a dönecek olursak… Bir start-up nasıl kurulur için ilk ağızdan bir hikâye sunması ilgi çekici. Kitabı ilginç kılansa, ABD’de kurulan bir film kiralama şirketinin Çağatay Ulusoy’a başrol oynatacak kadar globalleşmesinin ardında yatan hikâye. Yeni bir iş kurmak gibi bir planınız yoksa dahi, Netflix’in adının az kalsın CinemaCenter olacak olması, televizyonlarımıza bağlı bu yeni kara kutuya bakış açınızı değiştiriyor.
Yeni yorum gönder