Kriz ve çöküş anlarında insanların nasıl tepkiler vereceği, gayet normal olduğunu varsaydığımız davranışlarının ne yönde değişeceği ya da biz de o durumun içindeysek bunları kestirip kestiremeyeceğimiz büyük oranda belirsizdir. Zaten çökmekte olan, elimizden kayıp gitmekte olan ve artık payımıza da eser miktarda düşen şeylere verdiğimiz değer bir anda artıverir ve tutup da bunları bir kenara bırakmak yerine, uğruna mücadele edeceğimiz kişilere/nesnelere dönüştürürüz. Umutsuzluk, öfke ve çırpınış da bununla birlikte gelir. Ian McGuire’ın Kuzey Suları romanı da, sıkıntılı bir geçiş döneminin yarattığı çalkantıların farklı kişiler üzerinde nasıl etki gösterdiğini ve ortamla birlikte kişilerin de zorunlu olarak nasıl dönüştüğünü anlatıyor. İnsan ilişkilerinin “katı” boyutunda odaklanan kitap, hem birbirine zıt özelliklere sahip iki karakter hem de insan ve doğa arasındaki mücadeleyi konu ediyor.
Geçmişinin ne olduğu ve geleceğinin ne olacağıyla hiç ilgilenmeyen ve tamamen kendi dürtülerine göre hareket eden, yaptıklarının sonucunun ne olacağını hesap etmeden, gerçekten de plansız ve rastgele yaşayan Drax ile geçmişini aşamayan, attığı her adımı tasarlayarak atan, sürekli düşünen ve plan kuran Sumner’ın hikayesi... İkisinin ortak noktası sadece balina avlamak değil, aynı zamanda bu kişilik özelliklerinin çok benzer sorunlara karşı bir çözüm yöntemi geliştiriyor olması. Bu bakımdan Kuzey Suları, hayatta kalma mücadelesinde farklı ve birbirine tamamen zıt yöntemlerin nasıl sonuçlar doğurabileceğini ortaya koyan ve sorgulayan bir roman.
En başta belirtmekte fayda var; Kuzey Suları’nı okuyacaksanız, grotesk şiddet sahnelerine hazırlıklı olmanız gerekiyor. Cinayetten kavgaya, balinalar avlanırken akan kana kadar şiddeti farklı boyutlarıyla aktaran yazar, aynı zamanda şiddetin ne anlama geldiğini ve sıradanlaştığında artık bize ürkütücü veya tekinsiz gelen anlamını nasıl yitirdiğini de gösteriyor. Kitapta belki de en güçlü tema olan şiddet, hikayenin evreninin içinde oldukça normal karşılanıyor. Soğuk ve kanla bezenmiş olan Kuzey Suları, tek kelimeyle karanlık bir roman.
Dönemin ruhunu yansıtan bir belgesel
McGuire’ın tarihsel kurgu türündeki Kuzey Suları’nda göze çarpan en önemli başarısı ise, balina avcılığının nasıl bir iş olduğunu, oradaki şiddeti, vahşeti ve hatta günümüz perspektifinden bakıldığında barbarlığı ortaya koyacak tarihsel bilgileri çok iyi aktarmış olmasında yatıyor. Yazarı sadece metni kurgulayan biri olarak değil, aynı zamanda detaylarda odaklanmayı seven bir araştırmacı olarak da görmek mümkün. Yazarın bir diğer dikkat çekici yanı ise, Kuzey Suları’ndaki karakterler ile hikayeyi oluşturan tarihsel gerçekliğe dayalı zemin arasında sıkı bir paralellik kurmayı başarmış olması. Zira Hull’da balinacılığın yerini sanayinin alması, vahşi ve ham olandan “medeni” ve “insani” olana geçişi simgelerken, dürtüleriyle hareket eden Drax ile “aklıselim” olan Sumner arasındaki tezatlık da sanayileşmenin birey metaforuyla aktarıldığını gösteriyor.
Karakterlerin kişilik özelliklerine dikkat edilecek olursa şayet, bunun sanayileşmenin karakteriyle örtüştüğü görülecektir. Kuşkusuz bu durum, okurda bir bütünlük hissi yaratıyor. Tarihsel bir çatışmanın ve geçiş dönemi sıkıntısının karakterlere sirayet etmesi, onlarda vücut bulması, Kuzey Suları’nı sadece bir roman olmaktan çıkararak, dönemin ruhunu yansıtan bir belgesele de dönüştürüyor.
McGuire, çatışma içinde olacağı en başından aleni bir şekilde belli olan karakterler hakkında ise bir yargıda bulunmuyor, bu muhasebeyi bütünüyle okura bırakıyor. Groteskliğin radikal biçimde aktarıldığı zorlu bir hikayeye sahip olan bu kitapta yazar, iki taraftan birinin yanında durmadan, tüm tarafsızlığıyla hesaplaşmada okuru bir taraf haline getirmek için cesaretlendiriyor.
Polisiye niteliklerin de yer yer görülebildiği Kuzey Suları, içerdiği şiddetle ve tarihi zeminiyle belki herkese hitap edebilecek bir roman değil; ancak “sert seven” okurlar için biçilmiş kaftan.
Görsel: Onur Aşkın
Yeni yorum gönder