Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

SEVGİNİN İYİLEŞTİREN GÜCÜ



Toplam oy: 1114
Ian McEwan
Turkuvaz Kitap

Savaşın yıkıcılığını söylemeye gerek yok. Bu aşikar. Savaş yıkar, ayırır, dostu bile bazen düşman kılar. Savaş duyguların körelmesinin veya karşıt iki güce dönüşmesinin müsebbibi olabilir. Zamanın bile sözü geçmez bu ayrılığa, o bile onaramaz bazen bu acıyı/acıları… Ian Mcewan’ın daha önce Arion Yayınları tarafından Türkçe çevrilen romanı Siyah Köpekler’i, savaşı, şiddeti ve aşkı bu minvalde sahici, akıcı ve berrak bir dille anlatıyor.

Daha çok filme de çekilen Kefaret romanıyla tanıdığımız Ian Mcewan’ın en iyi romanlarından biri olarak değerlendirilen Siyah Köpekler, İkinci Dünya Savaşı yıllarında hayatlarını birleştiren ve savaşın bitiminde Fransa'nın bir köyünde yaşanan esrarengiz bir olayın sonrasında yolları ayrılan June ve Bernard'ın trajik hikâyesinin romanı olmakla birlikte, şiddetin, savaşın, fikir ayrılıklarının da romanıdır.

June'un anılarını yazmak için işe koyulan ve çiftin damadı olan Jeremy parçalanan bir ilişkinin izini sürer. Anlatısına Berlin Duvarı'nın yıkılışını fon yapan çağdaş İngiliz edebiyatının öncü isimlerinden Ian McEwan, ideolojik ve yapısal olarak birbirinden kopmuş bu çiftin arasındaki bağın köklerini ortaya çıkarmaya çalışır. Bu aşk 2. Dünya Savaşı yıllarına rastlar.  İkinci Dünya Savaşı'yla Soğuk Savaş'ın bitimi arasına sıkışmış bir aşk öyküsünü, küçük yaşta ailesini kaybetmiş bir karakterin ağzından ustalıkla aktaran yazar empati duygusunu da sürekli diri tutup, herhangi bir tarafı tutmaktan öte her iki kişinin nezdinde bütün Avrupa toplumunu sorguluyor ve dönemi anlamaya, anlatmaya çalışıyor. Gayet de iyi beceriyor bunu.

Bernard ve June 1946 yılında evlenmiş, savaşın içinde taraf olmuş insanlardır. İngiltere Komünist Partisi üyesi olan bu kişilerin ilişkileri de gizemle, merakla ve hayranlık duygularıyla başlar. Aslında Bernard ve June iki zıt karakterdirler. Bernard daha çok derin düşüncelere dalan, oyalanan, durmaksızın bir yere yetişme çabası gösteren biriyken June daha sakin, daha kendi içine bakan, hayatı sakinlikle anlamaya çalışan biridir. June, Bernard’ın ruhani açıdan yoksullaşmasını, temelde ciddiyetten yoksun olmasını, onun toplum mühendisliğine soyunmasını hazmedemez zaman içinde. Diğer taraftan Bernard da, June’nin toplumsal vicdana ihanet etmesine, onun kaderciliğine, sınırsız saflığına, batıl inançlarına karşı öfkeyle doludur. Ama işte bütün bunlara rağmen ortada bir aşk vardır. Bazen sevmekten ölen, bazen nefretle dolan bir aşk…  Sevmek zamanında June’nin durumunu şöyle tarif eder yazar: “Huzursuzluğunu yatıştırmak için kendisine ilişkin her tür tanım –kocasına aşık bir anne adayı, sosyalist ve iyimser, akılcı olmasına karşın merhametli, batıl inançları olmayan biri, uzmanlık alanı olan bir ülkede yürüyüş yaparak, savaşla geçen uzun yılları ve İtalya’daki sıkıcı haftaları telafi etmeye çalışan, İngiltere’ye, sorumluluklarına dönmeden ve kış başlamadan önce, hiçbir şey düşünmeden tatilinin son günlerinin tadını çıkaran bir kadın…”  ama işte zaman değiştirip dönüştürüyor insanı…

Geçmiş acımasızlaşır June’nin nezdinde. Çünkü şimdi hasta yatağında yatmakta ve anılar damadının ısrarıyla birer birer canlanıp, onun canına okumaktadır. Hatırlamak bazen rahatlatırken bazen de ürpertir. Geçmiş bir daha gelmez çünkü. Bilir. Bilir de ne yapar. İşte o zaman anlatmaktan başka çaresi olmayanların tarafında bulur kendini.
Siyah Köpekler bir fotoğrafla başlar. Bir fotoğrafın tanımlanması ve geçmişin sureti bulanık havasıyla hemhalleşir June. Bu bulanık fotoğrafta savaş, şiddet, aşk, nefret, gelecek günlerin güzel olmasına duyulan özlem var. Ama işte hepsi sadece fotoğrafta kalmıştır. Sakince ve bilgece ölümü beklemektedir June…
Siyah Köpekler her ne kadar savaşı ve acımasızlığı anlatıyor görünse de aşkın içsel meselelerine de bilgece odaklanır. Sevginin iyileştiren gücüne sahip çıkar. Bunu da Bernard ve June’nin hikayesinde arar. Yazar duyguların aniden taraf değiştirmesini çok iyi betimlemelerle verir. Sevgi bir anda nefrete dönüşür ama nefreti de sağaltan yine sevgi olur. 

Siyah Köpekler’in birinci bölümü June’nin Bernard’la yaşadığı zamanları ve anıları merkeze alır. Bu bölümde savaştan öte bu iki kişinin hayati meseleleri öne çıkarılmış ve bütün bunlar June’nin gözünden aktarılmış. June eksik ve kendine göre anlatır. Bernard yeteri kadar yok bu hikayede. Daha çok June ve onun haklılığı var. İkinci bölümde ise Berlin Duvarı’nın yıkılmasına şahit oluruz. Bu duvarın yıkılmasıyla birlikte bir çok düşünce de yıkılmış olur. Diğer yandan Bernard da aksi bir ihtiyar gibi June’yi kötülemektedir. O da eksik göstermektedir gerçeği. İşte tam da burada yazarın ustalığı girer devreye. Her iki karakter de geçmişi ve anıları eksik ve kendilerine göre anlatırken, onların bir araya getirilmesi  de empati duygusunu ortaya çıkarır ve hikaye tamamlanır.
Diğer yandan bu aşk, savaşın yıkıcılığından dolayı arada kalmış bir aşktır.

Siyah Köpekler bütün bu söylediklerimizi duygusallığa kaçmadan, sevecen ve dürüstlüğünü hiç yitirmeden, akıllıca anlatır. Siyah Köpekler, Ian McEwan'ın insancıl, insanı merkeze koyan, açık yürekli bir fikir  romanıdır. Savaştan hemen sonra Fransa'daki bir dağ köyünde, balayı geçirmekte olan bir İngiliz çiftin, dehşet verici iki köpekle büyüleyici karşılaşmalarını anlatan bir öykünün etrafında şekillenmiş bu roman şiddetin, kötülüğün ve aşkın ayrıntılarına inmesiyle çıtasını yükseltir.


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.