- Hayatta ne yapayım? Neye inanayım? Kimi seviyorum?
Bu üç soru insanın yaşamı şekillenirken -başka sorular yanıtlarını alıp gitse de- karşısına çıkar durur, özellikle de gençlik yıllarında. Hem kendi hem de başkalarının yaşamı hakkında, dolayısıyla da “insan”la ilgili şeyler için soru ve yanıtlarla uğraşmayı seven kişi, eli kalem tutan yetenekli bir gençse sanat yaşamı da bu sorulara verdiği yanıtlarla biçimlenmeye devam edecektir. Stephen Greenblatt da Shakespeare üzerine hazırladığı “Shakespeare Olmak” çalışmasında en başta bu sorulardan destek almış: Shakespeare’i Shakespeare yapanın ne/neler olduğunu araştırmak için. Bulmak için demiyorum çünkü yazarın kesin tespitler yapmak gibi bir amacı yok. Olsa idi gerçekçi bir erek sayılmazdı bu zaten. Dünyanın bildiğimiz gelmiş geçmiş en evrensel ve ebedi oyun yazarından arkaya evlilik kaydı, mülkiyet belgeleri, vaftiz belgeleri, oyuncu olarak yazıldığı oyun listeleri, vergi faturaları, yasal kâğıtlar, hizmet karşılığı ödenekler, bir son vasiyet ve vasiyetname ve zamanında ona yapılmış atıflar gibi bir sürü belge kaldı ama sanatıyla kişisel hayatı arasındaki ilişkinin ve yaratım süreçlerinin izini belirgin şekilde sürmeye yeter şeyler değil bunlar. Bugün elimizde ondan az sayıda da olsa mektup, günlük, anı, söyleşi, sayfalarına notlar düşülmüş kitaplar, müsvedde çalışmaları vb. kalsaydı eğer, “nasıl Shakespeare olduğunu” anlamımıza yeterli gelirler miydi, ne olurdu bilmiyorum. Yine de pek çok akademisyen oyunlarını inceleyerek onun okumuş olduğu kitapları tespit etmiştir. Birçok biyografi yazarı da elde var olan belgelere eklenen ve pek de dişe dokunur olmayan yeni bilgilerle hakkında çalışmalar yapmaya devam etmektedir.
Küçük bir taşra kasabasından çıkan Will’in, dönemindeki rakip oyun yazarlarının gösteremediği bir başarıyla büyük maddi kazançlar elde eden Shakespeare olmasına aranan yanıtlar ne kadar çekiciyse, orijinal metinler üretmeyen oyun yazarı William Shakespeare’in “yeniden yazarak” nasıl böylesine evrensel çekicilikte ve ebedi sağlamlıkta sanat eserleri verdiği de o kadar merak uyandırıcı, cezbedici. Shakespeare görür ve aktarır: insanın en diplerinde yer tutmuş korku ve tutkuları hedef almıştır. Daha önce yazılmış metinleri yeniden yazar ama yaratıcılığı ve hayal gücü, belki de günümüze o yazmasaydı ulaşamayacak kadar sıradan olan hikâyeleri, birer sanat eserine dönüştürmüştür. Onun güzel söz söyleme sanatı, poetik yeteneği ve olağanüstü hayal gücü, gerçeklikle öyle bir bağ kurar ki belki de işin sihri buradadır. İçtendir Shakespeare, yaşanmışlık, gerçeklik hissi, hayat buram buram tüter metinlerinde. Yaşam, okuyanı, sahneye koyanı, yorumlayanı, izleyeni, hemen herkesi sarıp sarmalar içine alır onun sözleriyle. Dünyayla arası çok iyi bir zihindir onunki, yeryüzünü reddetmez, sağlam bir gözlem ve yorum yetisiyle kabul eder ve eleştirir. Retoriğin ve dramatik yapının özelliklerini çok iyi kullandığı, oyunları kadar şiirleri için de geçerlidir.
Greenblatt başta Hamlet ve Soneler olmak üzere sanatçının eserlerinin oluşum süreci ile kişisel yaşamı arasında bağlantılar kurarak yol aldığı kitabında bir “başarı öyküsü” anlatmayı da hedeflemiş. Eldeki kesin bilgi yetersizliğini göz önünde bulundurduğundan iddialardan çok önerilerde bulunmayı tercih ederek. Yazar yer yer kendi de ifade ediyor kesinlikten kaçındığını. Shakespeare’in Hamlet’e, küçük yaşta ölen oğlu Hamnet’in adını vermiş olabileceği gibi, mantığa uygun gelen, kabul edilme yüzdesi yüksek hipotezler bunlar. Greenblat Shakespeare’i anlamaya çalışırken, yazarın yaşadığı, sanatçı olarak var olmaya çalıştığı Elizabeth dönemi hakkında da çok şey söylüyor ki bu dönemle ilgili söyledikleri hipotezin ötesinde gerçeklikler. Yazar sadece Shakespeare’in kişisel yaşamının belgelerine ve eserlerine dayanan çalışmaları veya kurgu içeren biyografileri değil tarihi ve akademik kitapları da kaynak olarak almış.
Kitap, bir oyun metni gibi, Shakespeare’in çocukluğu, öğrenim hayatı, okuldaki ödevleriyle oyunlarının yazımı arasındaki ilişki, Elizabeth dönemindeki söz oyunu ve dini oyun gibi tiyatral etkinlikler, çocukken etkilenmiş olabileceği gezici tiyatro kumpanyaları hakkındaki “Başlangıç Sahneleri” ile açılıyor. “Restorasyon Düşü” Shakespeare’in çevresi, taşra hayatı, dönemin ekonomik, sosyal yapısı ve ticaret hayatı hakkında fikir verirken, babasıyla ilişkisi ve onun onuruyla adını devam ettirme çabasını irdeliyor. Bu bölümde Shakesspeare’in eserlerinde mutlu mesut giden hayata aniden son veren olmazsa olmaz “felaket”in, mal varlığını ve konumunu yitiren babasının başarısızlığıyla ilişkilendirilmesi ilgi çekici. Onun da, bir felaketle, daha çok deniz felaketiyle, maddi kaybının yanında, adını, kimliğini, toplum içindeki yerini yitiren kahramanları gibi, centinmenlik statüsü için uğraş verdiğini öğreniyoruz. “Büyük Korku” bölümünde Elizabeth dönemi arka fonunda Shakespeare’in dini inancıyla oyunlarındaki kilise ve ideoljik unsurlar arasındaki bağ kurulmakta. Greenblatt, Shakespeare’in hayatı boyunca yegâne inandığı azizlik, dediği “erotik azizliği” şöyle örnekliyor, ilahiyat ve ritüel uygulaması arzuya ve doyumuna dönüştürülmüş burada:
ROMEO: Öyleyse sevgili ermiş, dudaklar yapsın ellerin yaptığını.
Yakarıyorlar işte, inanç dönmesin n’olur umutsuzluğa.
JULIET: Kımıldamaz ermişler yakaranı dinlerken.
ROMEO: Kımıldama öyleyse yakarım gerçekleşirken. (Onu öper)
İşte senin dudaklarınla, dudaklarım arındı.
JULIET: Öyleyse şimdi günah dudaklarımda kaldı.
ROMEO: Günah dudaklarımdan mı geçti? Tatlı bir dürtüyle işlenen günah!
Ver bana günahımı geri! ( Tekrar öper)
JULIET: Kitabına uydurup öpüyorsunuz beni.
Eserlerinde izi aranan Anne Hataway’le olan sevgi-nefret içeren ilişkisi, evliliği, aşk hayatını konu alan bölümün adı üstünde, “Cilveleşmek, Evlenmek ve Pişmanlık”. Yazdığı son dizeler olduğu ileri sürülen mezartaşı kitâbesine bakılırsa, Shakespeare mezarının açılıp karısının naaşının onun yanına gömülmesini istememiş:
SEVGİLİ DOST, İSA AŞKINA,
BURADAKİ TOZU TOPRAĞI KAZMAKTAN SAKIN:
TAŞLARA DOKUNMAYANI KUTSASIN TANRI,
KEMİKLERİME EL SÜRENSE LANETLENSİN.
“Köprüyü Geçmek”, “Kenar Mahallelerde Hayat”, “Shake-sahnesi”, “Efendi-Metres”, “Darağacında Kahkaha”, “Ölülerle Konuşmak”, “Kralı Büyülemek”, “Sıradanlığın Zaferi” adı verilen diğer başlıklarıyla “Shakespeare Olmak” hem biyografi seven hem de kurgu türünden hoşlanan okurun ilgisini tamamen hak ediyor. Shakespeare Külliyatı’nı en baştan okuma ihtiyacı hissedebilirsiniz. Dikkat!
Eleştiri
Eleştiri
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Eleştiri Yazıları
Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.
Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.
Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.
Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.
Yeni yorum gönder