Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Şiir // Akrabalık bilinci



Toplam oy: 549
Ursula K. Le Guin // Çev. Gökçenur Ç.
Yitik Ülke Yayınları
Alıştığımızın aksine, fantastik bir dünyayla çıkmıyor karşımıza bu defa Le Guin; şiirleri kendi gezegenimizle kurabileceğimiz ilişkinin potansiyelini gösteriyor şimdi bize.

Bizim buralarda edebiyatın herhangi bir dalında saygın bir yere gelmiş, yaşı da epey ilerlemiş bir yazarı bilgi veren tarafta görmeye alıştığımızdan olsa gerek, dünya edebiyatında derin izler bırakmış bir yazarı bir şiir grubunun toplantısında arkadaşlarının eleştirilerini dinlerken ya da evinde ödev yaparken hayal etmenin aykırılığı insana epey keyif veriyor. 2003 yılında, yani 75 yaşındayken, Poultry adlı böylesi bir gruba katılan Ursula K . Le Guin’e, romanlarını ve öykülerini bir yana koyup bir kez de yeni şeyler öğrenme cesareti ve hiç yitirmediği gençliği dolayısıyla hayran kalmamak elde değil. Üstelik bu toplantılar vesilesiyle yazılmış şiirlerden bazılarını, Le Guin’in daha eski şiirlerinden bir seçkiyle birlikte Türkçede bulmak da artık mümkün. (Bu arada yazarın 2011 yılında Gabriela Mistral’in şiirlerini İngilizceye aktararak epey zorlayıcı bir başka alanda daha, yani şiir çevirisinde de kendisini denediğini hatırlatmadan geçmeyelim.)


Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak
adlı bu seçkinin sunuş yazısında, kitabın çevirmeni Gökçenur Ç., Le Guin’den bir alıntıyla, bu şiirlerin çabasını ortaya koyarak okurun işini epey kolaylaştırıyor. Bu alıntıda Le Guin -bilimden ve aslında Darwin’den farklı olarak- insanlığın sadece hayvanlarla değil, tüm dünyayla bir akrabalık bilinci geliştirmesini umduğunu, “evreni öznelleştirmek” istediğini ifade ediyor ve bilimin de bir gün şairlere yetişmesini umuyor. Şöyle diyor Le Guin: “İnsanların bir ağacın, bir kaya ve bir nehrin gerçekte ne olduğunu, kendileri için ne anlama geldiğini anlatmayı deneyebilecekleri yegane dil, şiir dilidir. Bir şiir, insana ait nitelikleri taşla, nehirle, ağaçla veya diğer şeylerle ilişkilendirerek bunu gerçekleştirebilir.”


Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak buna verilebilecek örneklerle dolu sahiden de. Mesela “Kaygan Kaya Çayı, Eylül” adlı şiirde şöyle diyor Le Guin: “Tenim/ değiyor rüzgara.// Zar kanatlı bir sinek değiyor elime./ Onun için çok/ yavaş konuşuyorum.// Elimin altında kayalar sıcak./ Benim için çok/ yavaş konuşuyorlar.// Güneşli sular içiyorum.” Özetle, alıştığımızın aksine, fantastik bir dünyayla, bir bilimkurguyla çıkmıyor karşımıza Le Guin; kendi gezegenimizle kurabileceğimiz ilişkinin potansiyelini gösteriyor bu defa bize. Bu noktada karşımızdakinin usta bir yazardan ziyade, yolun başındaki genç bir şair olduğunu da ifade etmek gerekiyor.


Poultry toplantıları sayesinde kendisini geliştirebildiğini tahmin eden Le Guin, kitaba okuru için düştüğü notta, “Artık büyük ustaları okuduğumda onları daha iyi anlayabiliyorum,” diye yazıyor. Yazarın 1960’tan itibaren yazdığı çeşitli şiirleri bir araya getiren Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak, bu gelişimin izini sürmeye de imkan veriyor şüphesiz; her ne kadar çeviri metinde bunu yapmak biraz daha güçse bile…


Öte yandan, kitabın sonunda yer verilen “yazmak” hakkındaki söyleşi de hoş bir sürpriz olarak, okurunu bekliyor: “Ben insanların genelde yirmili yaşlarını bitirmeden iyi düzyazı yazabildiğini düşünmüyorum. Yazmak yavaş bir sanat. Müzik hızlı ve genç olabilir. İyi bir müzisyen 16 yaşında müthiş şeyler yapabilir. Ama yirmili yaşlar, etrafta pek fazla Keats olmasa da, ölümsüz şiirler yazmak içindir.”

 

 

 


 

 

 

Görsel: Onur Aşkın

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.