“İnsanoğluna ilişkin iki ya da üç öykü var ve daha önce hiç yaşanmamış gibi tutkuyla kendilerini yineliyorlar”
Willa Cather
Kimim ben? Nereden geldim? Ölünce nereye gideceğim? İyi nedir, kötü nedir? Bu konuda ne yapmam gerekiyor? Yarın neler olacak? Dün’e ne oldu? Oralarda başka birileri var mı? İşte herkes için geçerli olmazsa olmaz evrensel sorular...
Kahraman, aslında insan, herkesin anlayabileceği evrensel güdülerle harekete geçer. Hepimizin içinde bir parça vardır o kahramandan. İzlediğimiz, okuduğumuz kahramanı, bizi, eyleme mecbur kılan bu güdüler, dünyanın neresinde ve hangi kültürde olursa olsun evrenseldir. Sevilme ve anlaşılma, başarma, hayatta kalma, özgür olma, intikam alma, yanlışları düzeltme, kendini ifade etme arzusu. İyi işlenmiş bir kahramanın, herkesin bir zaman, bir şekilde tecrübe ettiği kişisel özellikleri, duyguları vardır. Yoksa izlenmez, okunmaz. İntikam, öfke, şehvet, rekabet, toprakçılık, yurtseverlik, idealizm, kinizm, umutsuzluk vb. Kahraman ne kadar insan’a ait iyi kötü özelliklere sahip olursa o kadar kahramandır. Aynı anda hem kararlı hem kararsız olabilir. Çekici ama tedirgin, unutkan, sabırsız, fiziksel olarak çok güçlü ama ürkek... Bazı öykülerde kimin başkahraman olduğu kolay anlaşılmaz. Hikâye boyunca en çok görünen değildir kahraman. Tamam, engelleri aşıp hedefe varır, bazen yolculuk sonunda ölse bile. Ama engel aşmak, amaca ulaşmak yeterli değildir, yeni bilgiler öğrenip, bilgelik kazanmalıdır. Umutsuzluktan umuda, zayıflıktan güce, budalalıktan bilgeliğe, aşktan nefrete ve yeniden sevgiye. Bu yüzden asıl kahraman çok görünen değil en çok öğrenen ve gelişendir. Pek çok öykü bu öğrenme sürecini temel alır. Bir öğretmen ve kahraman ilişkisi. Bir anne/baba, bir usta, bir sevgili, hatta bir düşmanla yaşanan iletişim süreci. İlişki ve iletişim... Herkes birbirinin öğretmeni.
Önde gelen Hollywood şirketleri için öykü ve film projesi danışmanlığı yapan Christopher Vogler, Ateş Altında Cesaret, Volkan, Anna ve Kral, Dövüş Kulübü, İnce Kırmızı Hat gibi filmlerin araştırma geliştirme sahalarında görev almış. Pek çok stüdyonun temel rehber olarak kullandığı Pratik Kılavuz’unu da geliştirdiği Yazarın Yolculuğu’nda yer alan öykücülük kavramlarını biçimlendirirken mitolojik kalıplarla Joseph Campbell ve Carl Jung’un düşüncelerinden faydalanmış. İyi bir öykü yazmanın sırrını yöntemlere döken kitap yazarlara yol göstermek amacıyla yazılmış ama kimileri onu bir yaşam kılavuzu, kimileri de bir seyahat rehberi olarak okuyor. Vogler’in, bu kitaptaki yolculuk iyi kavrandığı takdirde, yaşam serüveninde bir sonraki dönemeçlerden sonra karşılaşacaklarını kişinin öngöreceğine dair bir iddiası var.
Vogler, Kahramanın Yolculuğu’nu şöyle özetliyor: “Kahramanlar Sıradan Dünya’da tanıtılırlar, burada Maceraya Çağrı’yı alırlar. Başta Gönülsüz’dürler, ya da Çağrıyı Reddederler, ama bir Rehber tarafından İlk Eşiği Geçmek ve Özel Dünya’ya girmek için yüreklendirilirler, bu aşamada Sınavlar, Müttefikler, Düşmanlar ile karşılaşırlar. İkinci eşiği geçerek Mağaranın En Derin Yerine Yaklaşırlar. Burada Çile’ye göğüs gererler. Ödül’lerine sahip olurlar ve Sıradan Dünya’ya Dönüş Yolu’nda takip edilirler. Üçüncü eşiği geçerler, yeniden doğarlar ve bu deneyimle değişirler. Sıradan Dünya’da işe yarayacak bir ödül ya da hazineyle, “iksir”le Dönerler.
Kitaba Hollywood’da “Sinema endüstrisinin yeni İncil’i” adı takılmış. Bu noktada iki tehlikeye dikkat çekmekte fayda var. Kitaptaki yöntemler, öyküye farklı bir yaratıcılık, farklı bir anlayış, farklı bir kültürel özellik katılmadan uygulandığında ortaya tekdüze, birbirinin kopyası üretimlerin çıkmasına neden olacaktır. Ayrıca, adı üstünde sinemanın İncil’ini, kültürel emperyalizmin bir taşıtı olarak kullanma tehlikesi de söz konusu. Hiçbir ülke, kıta yazarı, bu yolculuğun aşamalarına kendi coğrafyasının yollarını, kendi kültürünün özelliklerini harmanlamadan eser değerinde yaratımlar ortaya çıkaramaz. Vogler’in deyişiyle lezzet artırıcıların sadece şeker, tuz, hardal ve ketçap olduğunu bir düşünsenize. Tüm dünyada farklı damak tadına örnek göstermek için kocaman az pişmiş kanlı biftekten başka yiyeceğin olmadığını...
Vogler, bir öykünün iyi ya da kötü olduğunu bilmek için Bedenin Bilgeliği’ne güvenilmesini öğütlüyor. Öyküdeki ya da filmdeki her duygu, fiziksel tehdit vb tetikleyici, bedende farklı bir organda tepki oluşturmakta çünkü. Yazar bu konuyu Hint felsefesindeki çakralara kadar uzanan bir savunuyla sunuyor. Korku, öfke, intikam, kin, neşe, keyif, aşk gibi şeyler başımıza geldiğinde bedenimize alıcı gözüyle bir daha baksak... haklı çıkacak sanırım. Yıllar önce yakın bir dostum karnıyla âşık olduğunu söylediğinde epey şaşırmıştım ama aslında şaşırmamıştım da. İnsan bir bakıma karnıyla âşık oluyor, karın ağrısıyla...
Yeni yorum gönder