Tanrıların günün sonunda yeniden aşağıya yuvarlanacak bir kayayı sonsuz kez zirveye taşımakla cezalandırdığı Sisifos’u bilirsiniz. Onu farkındalığı yüksek bir insan olarak hayal eden Albert Camus, dünya denen kaos yumağının bir amacı bulunmadığını kabullenen bilinciyle, kaya yuvarlamanın diğer hiçbir eylemden farkı olmadığını idrak eden Sisifos’u mutlu biri olarak tasarlıyordu. Bilinçle lanetlenmeyen, yani bir anlam aramayan diğer hayvanlar ve bitkiler kadar değilse bile, yine de mutluydu o. Varoluşçuluk akımının Japonya’daki yüzü olarak nitelenen Kobo Abe ise, içine bir ev alacak kadar derin bir kumdan çukurda, günlerini evi yutmasın diye kumları süpürerek geçiren ve başka türlü bir hayat hayal etmeyen Kumların Kadını ile kadına yardım etsin diye çukura hapsedilen Cumpei Niki’ye farklı bir açıdan yaklaşıyor. Çalışma eyleminin geçip giden zamanı katlanılır kıldığını, belli bir süre tekrarlandığında da insanın içine işlediğini öne süren Kobo Abe, başlangıçta bu sarmalın içinde zorla tutulan birinin zamanla bir fırsat yakaladığında bile kaçmayacak noktaya geldiğini belirtiyor.
Öyleyse Kobo Abe’nin kaya taşımaktan yırtmanın yollarını arayan Sisifos’u, birkaç yıl sonra Tanrılar onu zorlamayı bıraktığında bile bu eylemi sürdürecektir. “Mevcut duruma uyum sağlamanın da bir sınırı vardı. Bu uyum, amaç değil araç olmalıydı. Kış uykusuna yattığını düşünmek kulağa hoş geliyordu ama iyice köstebeğe dönüp bir daha gün ışığına çıkma hevesini kaybetmiş olmasındı sakın? Dilencilik üç günde insanın içine işler derlerdi. Bu tür, içten kaynaklanan çürümeler çok hızlı gelişirmiş.” Kapitalist düzenin devamlılığında insan doğasının bu yönünün payı büyük şüphesiz.
1924 yılında Tokyo’da doğan Kobo Abe, yalnızca varoluşçuluk akımının değil, Franz Kafka’nın da Japonya’daki yüzü olarak anılıyor ve savaş sonrası Japon edebiyatının en önemli isimleri arasında sayılıyor. Yapıtlarında sembolik üslup, toplumsal eleştiri, kapitalist toplumdan ve onun ruh öğüten doğasından kaçış arayışı ile Kafkaesk bir düşsel gerçeklik öne çıkıyor. Cumpei Niki’nin başkahramanı olduğu Kumların Kadını ise onu dünya çapında üne kavuşturan romanı; 1964’te Hiroshi Teshigahara tarafından sinemaya da uyarlanan roman, Teshigahara’ya Cannes’da Jüri Özel Ödülü’nü getirmişti.
Murakami henüz alamadı ama Japonya'nın iki yazarı (Yasunari Kavabata ile Kenzaburo Oe) çoktan Nobel'le ödüllendirildi. Türkçedeki Japonca çevirileri de daha çok Murakami ile bu iki yazarın odağında yapılıyordu fakat son zamanlarda Japon edebiyatına yönelik artan ilgiyle beraber –Türkiye'de ve dünyada– bu tablo giderek değişiyor. (Bu arada, daha önce de Türkçede yayımlanmış olan Kumların Kadını, yeni bir çeviriyle yeniden raflarda.) Kumların Kadını'nın sembolik anlatımı ise bu tabloya meraklı okura her okumada farklı kapılar açabilecek güçte...
Görsel: Murat Miroğlu
Yeni yorum gönder