Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Siyahi bir çocuk da beyazı bilir



Toplam oy: 900
Alain Mabanckou /// Çeviren: Sibel Kuşca
Timaş Yayınları
Yarın Yirmi Yaşında Olacağım, okurlara büyük bir armağan. Kendinizi Afrika ile ödüllendirmeniz içinse kaçınılmaz bir fırsat.

Tüm dünya sizin dışınızda oluşmuşsa ve siz doğduğunuzda iyi şeyler tüketilip kötü şeyler daha kötü olabilmeleri için eğitilmişse, kaç soru sorma hakkınız kalmıştır; sorduğunuz soruların kaçına doğru yanıt alıp büyüyebilme, karşı koyacaklarınıza, itiraz edeceklerinize direnebilme ihtimaliniz vardır?

 

Bütün çocuklar uzaydan gelmiştir. Ya da bütün çocuklar uzaydan gelmiş gibi yaparlar. Doğrusu da budur. Kavrayamadıkları, akıl uyduramadıkları, sahici bulmadıkları bir sürü saçma sapan kavram kargaşa ile didişmektedir büyükler: İdeolojiler, aşklar, ekonomi, ırkçılık, işkence, bürokrasi – çocuklar insana ait organizmanın nasıl işlemesi gerektiği hakkında henüz bilgi sahibi değillerdir ve her türlü yönlendirmeye karşın kontrolü hâlâ ellerinde tutmaktadırlar. 

 

Küçük Prens, David Copperfield, Tom Sawyer, Oliver Twist veya modern dünyadan alıntı trajik bir fragmana dönüşen Sineklerin Tanrısı’na ait küçük savaşçılar, Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın Holden Caulfield’ı yine de makul ölçüde ıslah edilmiş, varoluşlarını bir nebze koruyan çocuklardır; ancak Kinji Fukasaku imzalı 2000 yapımı Battle Royale adlı filmde iktidarların sürekliliği için iktidara itaatin zorunlu kılındığı bir zamanda çocukların katile dönüştürülmesi, birbirlerini öldürerek hayatta kalmaları büyüklerin bakış açısının birer minyatürüdür. İnsanın olduğu yerde tanrının olmaması gerektiğinin kanıtıdır bütün külliyat. Çocuklar bunun şahidi sıfatıyla doğarlar. Onların ruhsal metamorfozundan önceki kuşaklar sorumlu tutulmuşlardır. Hiçbir çocuk kirlenmez, bozulmaz; sadece dönüştürülür. Düzenin sürmesi böyle mümkündür. 

 

Oysa tam bir kurtuluş ümidi değilse de zayıf ihtimal çerçevesinde sığınabilinecek tek bir alandan söz edilebilir: Saflık ve saflığın tabiatça korunmaya alındığı yeryüzü parçaları. Bu yeryüzü parçaları ne Batı’nın sınırsızmış gibi görünen özgürlüğü altındadır ne de Doğu’nun karanlık, boğucu, din kökenli ahlakında: Daha aşağılardadır pusulaya göre – güneye doğru. Mesela Afrika’da. 

 

Oralarda sosyalizm bir siyasi yönelimden çok, “topluluksal” bir davranış biçimi olarak okunabilir. Evet, oralarda da erk kaçınılmaz bir yaptırım gücüdür şüphesiz ama “oyun/gösteri” özelliğini henüz kaybetmemiştir de. Sizin dışınızda oluşan tüm dünya, o olimpiyat halkaları, oraların çocukları için sefaletin, açlığın, tarafsızlığın ve bağımsızlığın tanımını yapamaz. Belki sadece merak uyandırır. O da sorulan sorulara yanıt alma telaşındandır. Küçük bir Afrikalı çocuk için dışarıdaki dünya alabildiğine sürrealisttir. Sanki insan rastlantısal olarak öyledir çünkü; rastlantısal olarak acımasız, rastlantısal olarak komünist, rastlantısal olarak faşist-kapitalist. Etrafındaki varlık/varlık meselesi, algıladığı evren, olup bitenle ilişkisizdir.

 

Çocuklar o yüzden ironiktir. 

 

Melez bir kültür 


 

Alain Mabanckou, Kongo doğumlu bir yazar. Eğitimini felsefe ve hukuk üzerine yaptıktan sonra Afrika’dan ayrılıp 22 yaşında Fransa’ya geçiyor. Bunu bir kaçış hikayesi olarak da okuyabilirsiniz, bir başarı hikayesi diye de. Yetinmiyor Mabanckou; oradan da ABD’ye geçiyor. Şu an Los Angeles’ta Kaliforniya Üniversitesi’nde Frankofon (insanların Fransızca [da] konuştuğu ülkeler) Edebiyatı dersleri vermekte. Kongo, bu ülkelerden biri. 

 

Yarın Yirmi Yaşında Olacağım, Mabancokou’nun müthiş bir romanı. Sayısız ödül sahibi yazar, kitabında küçük Afrikalı bir çocuğun, Michel’in gözünden melez bir kültür içindeki sıradan, eğlenceli, hatta komik, ama alabildiğine olağan olayları anlatıyor ve Michel’i ileride olabileceklere hazır kıvama getiriyor. 

 

Dayısının sürekli tekrarladığı Marksist terminoloji sözcüklerini aklında tutmaya çalışsa da Michel, hiçbir şey anlamıyor ve yemek masasındaki yeri, duvara asılı “yaşlı, beyaz bir adam”ın -Lenin’in- resminin tam karşısı. Marx ve Engels de ikiz gibiler. Çünkü ikisi de “yaşlı, beyaz” ama sakalları aynı. 

 

Yarın Yirmi Yaşında Olacağım, okurlara büyük bir armağan. Kendinizi Afrika ile ödüllendirmeniz içinse kaçınılmaz bir fırsat. 

 

 


 

 

* Görsel: Dilem Serbest

 


Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.