İster yedi küçük adamla bir ormanda yaşayan bir prensesi anlatsın, ister denizlerin derininden başını uzattığı sırada gördüğü prense aşık olan bir deniz kızını bütün masalların ortak özelliğidir mutlu sonla bitmesi. Bütün masallarda kötüler eninde sonunda hak ettikleri cezayı bulur, sevenler kavuşur ve sonsuza kadar mutlu yaşarlar her seferinde. Bu türden bir son masallar için kaçınılmazdır çünkü masalın matematiği bunu gerektirir. Peki romanlar için de işler mi bu denklem
Sayfa 6 Yayınları'ndan çıkan Umut Sokağı'ndaki Ev kitabı elinize aldığınız andan itibaren size masalsı bir atmosfer vaat ediyor. Fakat arka kapağında bir soru var ki benim için kitabın kapağından çok daha kışkırtıcı: Kitaplarını okuduğunuz, filmlerini seyrettiğiniz, oyunlardan tanıdığınız, tarihe geçmiş tüm o özel kadınlar size umut dolu bir yolda rehberlik etseler? Böyle bir teklife hayır diyebilecek biri var mıdır? Sanmıyorum. Sylvia Plath, Agatha Christie, Dorris Lessing, Virginia Woolf gibi edebiyat dünyasının ikonlarıyla değil aynı evin içinde yaşamak, onlarla tanışmanın bile birçoğumuzun hayallerini süslediğine eminim.
Fakat saydığımız bütün bu kadınların nicedir ölü olduğunu da hesaba katarsak fark ederiz ki bu hayalimiz hiçbir zaman gerçekleşemeyecek, ne yazık ki! O halde, hiç olmazsa, romanın sayfaları boyunca bu kadınların yol göstericiliğine başvuracak, bizim de içten içe kendimizi özdeşleştirebileceğimiz bir roman kahramanı olsa? Biz de bu kahramanın alacağı bütün o tavsiyelerden kendimize bir pay biçsek? Diyelim ki bu kahraman hayatı daha şimdiden dibe vurmuş, 20 yaşında Alba adında bir kız olsa?
Fakat hemen heveslenmeyin öyle. Zira bu roman ağzınıza bu leziz baldan bir parmak çalıyor, fakat gerisini ne yazık ki getiremiyor. Saydığımız bütün bu özel ve önemli kadınlar romanın ana gidişatı içerisinde birer yansıma olmaktan öteye gidemiyor, romanın kahramanı Alba'nın hayatını çoğu kez fotoğraf çerçevelerinin içinden donuk gözlerle izliyorlar. Bu noktada yazarın yakaladığı, okuru gıdıklamaya çok müsait bir damar var ancak nedense yazar bunun üzerinde çok durmuyor, daha ziyade yarattığı kurgu ile ilgileniyor.
Kurgu konusunda ise en çok dikkat çeken bütün kırılma noktalarının kolayca tahmin edilebilmesi ve okura hiçbir heyecan sunamaması. Romanın kurgusu daha ziyade bir melodram estetiği taşıyor ve her şey yazarın açık müdahalesiyle, öyle olması gerektiği için birbirine bağlanıyor. Bu manada roman kolay okunabilir fakat derinlikten yoksun. Ayrıca anlam veremediğim bir biçimde yazar bütün karakterlerine mutlu birer son yazma ihtiyacı duyuyor sanki. Bu yüzden de olmaz denenler oluyor, her şey çorap söküğü gibi çözülüyor ve bam! Herkes sonsuz bir mutluluk ve huzura kavuşuyor.
Zorunlu bir mutlu son
Bana sorarsanız burada yolunda gitmeyen bir şeyler var. Öncelikle yazarın mutlu sonu bir zorunluluk gibi görmesi zaten zayıf olan kurgunun kendi gibi zayıf, etkisiz bir finale bağlanmasına sebep oluyor. Ayrıca hemen hepsi hayatlarını birçok sorunla baş etmeye çalışarak geçirmiş, kimi kere başarısız olmuş fakat her daim çaba göstermiş ve edebiyat tarihinde yerini almış bu kadınlara atıflarda bulunan bir romanda baş karakterin kendi sorunlarını çözmek konusunda aktif bir çabasının bulunmaması ve karakterin daha ziyade "doğaüstü güçler" yardımıyla sorunlarından kurtulan pasif bir masal prensesine dönüşmesi ne yazık ki okumayı beklediğimiz güçlü kadın hikayesiyle örtüşmüyor.
Sözün özü bugünün dünyasında başına gelen bütün felaketleri peri annesi, yedi küçük cücenin yardımı ya da bir prensin sihirli öpücüğü ile atlatan masal prenseslerine pek yer yok. Bugünün kadını masallara inandırılmaktansa sorunlarıyla yüzleşmek ve bu sorunları kendi çabası ile çözmek konusunda yüreklendirilmeye ihtiyaç duyuyor. Ancak sizin beklentiniz yüreklendirilmekten ziyade masalların o güzel ve tasasız aleminde birkaç hoş saat geçirmekse Umut Sokağı'ndaki Ev'i de okuma listenize dahil edebilirsiniz.
Görsel: Unhappily Ever After
Yeni yorum gönder