Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Söz uçar, yazı kalır, kitaba ne olur?



Toplam oy: 1281
Melike Taşçıoğlu
Yapı Endüstri Merkezi Yayınları
Melike Taşçıoğlu, kitabın tarih boyunca biçim, içerik ve malzeme bakımından geçirdiği büyük değişimlere karşın bazı değişmez özelliklerinin de altını çiziyor.

“Kitap”ı anlatan bir kitap. Şimdiye kadar birçok kitap “tasarlamış” ama ilk kez bir kitap “yazan” Melike Taşçıoğlu’nun... Bir grafik tasarımcı olarak “kitap hakkında bir kitap” kaleme alıyor. Var oluş hikayesinden dönüşüm duraklarına, nesne olarak taşıdığı değerden bugün yeniden tanımlanma gereksinimine “kitap”ı yeniden okuyor ve “aktarıyor.”



YEM Yayın’dan çıkan Bir Görsel İletişim Platformu Olarak Kitap, doğal olarak “sözünü” aynı zamanda “nesnesinde” taşıyor. Kitap içinde kitap şeklinde tasarlanmış çokkatmanlı yapısı, yüzeyi kullanma biçimiyle dikkat çekiyor. Hem genelden özele hem de detaydan bütüne farklı kanallardan ilerleyen bir yapı kuruyor. Taşçıoğlu, “Kitap bir kutudur: Hem kutunun kendisi hem de kutunun içindeki,” diyerek yaptığı girizgahı, “Grafik tasarımcı basılı kitabın geleceğini belirleyendir,” sözüyle pekiştiriyor. Bir bilgi taşıyıcı/aktarıcı olarak kitap formunun yüzlerce yıllık deneyimini yeni üretim biçimleriyle etkileşimlerini göz önünde bulundurarak eleştirel bir bakış açısıyla ele alıyor, kitabın görsel iletişimde kat edebileceği aşamaları, seçenekleri saptamaya çalışıyor. 


 
Kitabı kitap yapan sadece içeriği, yani metin midir? Metin eserse, kitabın kendisi nedir? Bugün okuyucunun kitabın nesne olarak varlığını göz ardı etmesinin gerisinde ne yatıyor? Ekrandan “okuma” deneyimi okuyucunun dünyasına nasıl etki ediyor? Basılı kitap ve e-kitap birbirlerinin alternatifi mi? Bu ve benzeri soruları akla düşüren uzun bir yolculuğa çıkarıyor Taşçıoğlu “okuyucuyu.” Yolculuğun ilk durağında yetersiz, sınırlı “kitap” tanımlamalarını zorluyor. Kitabın tarih boyunca biçim, içerik ve malzeme bakımından geçirdiği büyük değişimlere karşın bazı değişmez özelliklerinin altını çiziyor.

 

 



Baskı-kitap tasarımı

 


Bir nesne olarak kitap, ağaç kabuğundan parşömene, kağıda dönüşürken, işlevi yüzyıllardır aynı. Varlık alanı ise çok geniş… Taşçıoğlu bu noktada Türkçede yerleşik olmayan tanımları incelemeye sunuyor. Örneğin Picasso ya da Miro’nun eser olarak kitap formunda ortaya koyduğu işler (sanatçı kitabı), kitap formunun sanatsal içerikli üretim adına kullanıldığı alan (kitap sanatı) ve içeriğin tasarımla bir bütün olduğu çalışmalar (nesne kitap). Öte yandan elektronik kitaba karşılık “normal kitap”a ne deneceği konusunda geleneksel “basılı kitap” tanımı yerine “baskı-kitap”ı öneriyor. Gutenberg’in XV. yüzyılda matbaayı icadıyla birlikte seri üretim nesnesine dönüşerek kitleselleşen kitap için, “Tıpkı resim ile baskı-resim arasındaki ilişkide olduğu gibi, bir eserin tek olması ve çoğaltılmasıyla farklılaşan iletişim yöntemi, kitap için de geçerli,” diyor Taşçıoğlu. Varlığını basılı olarak sürdürmeye ihtiyaç duymayan, tasarımsal değeri önem taşımayan kitapların (yemek, eğitim vs) ise elektronik ortama taşındığı saptamasını yapıyor. Ve tam da bu noktada baskı-kitap tasarımının yükselişe geçecek bir alan olduğunu iddia ediyor.



Bir Görsel İletişim Platformu Olarak Kitap bu tanımlamalar ve öngörülerin ardından “Kitabın Tarihi”ne bakıyor. Yazının bulunuşundan ilk kitap örneklerine, papirüs tomarlarından bugünün kodeks formundaki kitaplarına uzanıyor. Hümanizmin yükselişinden Rönesansa bilginin değer kazanarak yayılması, Endüstri Devrimi'nin sanat ve tasarım üzerindeki belirleyiciliği, modernizmle birlikte kitabın özellikle sanatçılar tarafından manifesto ve eserlerini geniş kitlelere ulaştırmak için kullanılması… Kitabı yalnızca yazara ait olmaktan çıkaran ve sanatçının dahil olduğu bu son durakta, kitabın görsel bir araç olarak da etki yaratması, okuyucunun kitapla kurduğu ilişkiyi belirliyor kaçınılmaz olarak.



Sonraki kısımda “Kitabın Anatomisi” var: Kitabın kimliğini, içeriğini sunan, cilt ve kapaktan oluşan dış organlar ile ağırlığı, rengi, dokusu ile kağıt, sayfalar ve içerikten oluşan iç organlar. Birbirinden beslenen organların kitaba hayatiyet katması için rol, yine ve elbette tasarımcının Taşçıoğlu’na göre. Baskı-kitap için “Çoğaltılabilir Sanat Eseri” tanımını yapan yazar, baskı tekniklerinin denemeye açık yapısının sanatçı ve tasarımcıların ilgisini çektiğini, dijital devrim sonrasında elle yapılana ilginin arttığını, dijital baskı yöntemlerinin ise tasarımın sınırlarını genişlettiğini söylüyor.

 

 

Kil tabletten elektronik tablete


Peki bilgi taşımada rakip gibi görünen internetle baskı-kitap arasında, birbirlerini besleyen bir ilişki kurulamaz mı? Bilgiye daha konforlu, hızlı ve ucuz ulaşmak bugün internetle mümkünse, benzer bir değişim matbaayla da yaşanmamış mıydı örneğin? Taşçıoğlu “Kil tabletlerden elektronik tabletlere” uzanarak “kitap”ın ucu açık tanımını sınırlamadan dinamikleri farklı iki mecranın etkileşimlerini değerlendiriyor. Bir tarafta en azından henüz demokratik olmasına karşın “güvenilir” olmayan ve görsel içerik açısından zayıf internet, diğer tarafta görsel algı, sayfa düzeni gibi ayrıntıların çözümlendiği, daha özenli ve “kitap deneyimi”nin yaşanacağı baskı-kitaplar…



Son olarak “Son Söz”de, kitap üreticilerinin en önemli sorusu dillendiriliyor: Hangi kitaplar baskı yöntemiyle üretilmelidir? Taşçıoğlu'nun yanıtı net: “Salt metnin ya da yazılı bilginin ötesinde, kitap formuyla birlikte tasarlanan, tipografinin kağıtla, gridin gözle, baskı kalitesinin elle buluştuğu kitaplar, baskı-kitap olarak yaşamını sürdürmeye değer kitaplar olacaktır. (…) Yazarın yalnızca metin yazarı olmadığı, kitabı üreten yaratıcı beynin bir parçası olduğu tasarımlar giderek artmaktadır. Tasarımcının da yazar olduğu, kitabın akışını, düzenini, anlamını pekiştirdiği kitaplar basılmaya değer ve basımı sürdürülecek kitaplardır.”

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.