Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Sözün İzzeti: Ali Emre’nin Şiirleri



Toplam oy: 119
Ali Emre’nin şiirlerinin hemen hemen geneline yansıyan tarih duygusu, geçmişin güzel anları ile şimdinin kötü yanlarının kıyasına imkân tanır. Bireysel anılarla örülen geçmişe bakışında Emre, kendini savunduğu değerlerin ve coğrafyanın bilincinden ayırt etmez.

Çeyizime Bir Kefen, 1990’lı yıllardan beri Türk şiirine katkı veren şair Ali Emre’nin altıncı şiir kitabı. Şaire ait altı kitap arasında tematik bakımdan merkezî bir öneme sahip Meryem’in Yokluğunda adlı toplam sonrasında yayınlanan Çeyizime Bir Kefen, “biz ve onlar” arasındaki bitimsiz kavganın şairin diline yansıyan yeni ve şimdilik son uğrağı. Bu kitabında da Emre önceki kitaplarında sık sık rast geldiğimiz gibi hırçın ama doğru kalmayı hep önemseyen ses tonuyla “onlar”ı, “secdeye varan neneleri vuran şerefsizler”i şiir yoluyla eleştirmeyi sürdürüyor.

 

Kitapta ayrıca “Şerefin Bin Kitabı” bölümünde yer alan ve hemen hepsi kaside-koçaklama tarzında yazılmış farklı uzunluklardaki şiirlerde Malazgirt zaferinden Selahaddin Eyyubi ve Nureddin Zengi’ye, Ömer Muhtar’dan Malcolm X’e, Türkistan’dan Mısır’da Napolyon’un ünlü generali Jean-Babtiste Kléber’i öldüren Süleyman Halebî’ye, cenk övgülerinden “hamase” müdafaasına dek tarihsel kişi, eylem ve olaylardan bahsediliyor, övülmesi gereken kahramanlar övülüyor, yerilmesi gerekli hainler ve ihanetler de yeriliyor. Emre’nin hayatları etrafında birer roman yazdığı Selahaddin Eyyubi ile Nureddin Zengi’ye ayrıca birer koçaklama adaması bu tarihsel şahsiyetlere dair taşıdığı ilginin sürekliliğine işaret ediyor.

Ali Emre şiirinde iki eksen var

Bana kalırsa, 1997’de yayınlanmış ilk kitabı Kıyamet Mevsimleri’nden bu yana Emre’nin şiirlerinde öz itibariyle iki temel eksen belirlemek mümkündür. Bu eksenlerden ilki, Emre’nin gündelik hayatın içinden müşahedelerini içerir; bu eksende Emre’nin geçmişinden bugüne taşıdığı çocukluk, aile, şehir hayatı gibi sahih tecrübelerle örülmüş hatırlayışlar son derece şefkatli, son derece yumuşak söyleyişlerle dile gelirken, ikinci eksen daha toplumsal, siyasi, mücadeleci bir ses tonuyla Müslüman coğrafyaların dertleriyle dertlenen; yer yer yas, mersiye ve ağıt tonuyla, yer yer epik bir tarzda bu coğrafyalarda yaşananları konu edinen; ama her seferinde sözün izzetini taşıyarak konuştuğunun bilincine vakıf bir eksendir. Bu eksende yer aldığını düşündüğümüz şiirlerinde Ali Emre, Namık Kemal’in bıçkın, yer yer meydan okuyucu, çoğu kez hamasi-destansı sesi ile Mehmet Akif’in realist, cesur, doğruluktan şaşmayan, gözleme dayalı bakışını birleştirir. Emre’nin şiirlerinde bu iki ekseni birbirinden büsbütün kopuk bir şekilde düşünmek de mümkün değildir. Meryem’in Yokluğunda kitabındaki şiirler bu iki eksen arasındaki geçişmeyi yansıtan yanlarıyla Ali Emre’nin şairlik kumaşından yapılmış gerçek bir hırkadır.
Doğrudan söyleyişin gücü
Yine de diğer kitaplarda yer alan şiirleri bu iki eksene göre konumlandırmak mümkündür. Bu iki eksen birlikte düşünülürse altı kitap tek bir kitap olarak görünür göze. Temalar, söyleme hâkim unsurlar ve hatta konuları işleyişte ortaya çıkan hünerler hemen hemen aynıdır. Olumsuz bir gözle değerlendirmeye kalkışacak biri bu tematik, söylemsel ve hünerlere ilişkin tekrarların monotonlaşmasından dem vurarak pekâlâ Ali Emre’nin tek bir şiiri çoğaltmaya çalıştığını, yeni bir şeyler yazmadığını iddia edebilir; oysa Emre’nin, bunun tersine, hemen hiçbir ayrıntıyı unutmaksızın “biz ve onlar” arasında vuku bulan çatışmayı her boyutuyla şiirinde aktarma peşinde olduğu öne sürülebilir. Her ne kadar bu altı kitap tamamen monolitik ve yeknesak bir bütün olarak ele alınamasa da bir noktadan sonra şairin hangi kitabını okuduğunuzu bile karıştırabilirsiniz. Bunu engelleyen tek şey şairin her kitabında giderek ustalaşan sesinin farkına varmaktır. Ayrıca kitaplar arasında şairin belirgin bir sürekliliği gözetmesinden kaynaklandığını söylemek gereklidir. Öyle ki her yeni kitabın adı bile bir önceki kitapta yer alan bir ibareden oluşturulur. Sözgelimi Milyon Sesli Mızıka’da geçen “onarılmış yas bitiği” bu kitabı takip eden kitabın başlığı iken, Yeryüzüne Dağılan’da yer alan “Meryem yok” dizesi Meryem’in Yokluğunda kitabının isminde yankılanır. Bu açıdan Meryem’in Yokluğunda kitabında yer alan “çeyize konan kefen” imajının da Çeyizime Bir Kefen’de tekrar varlık göstermesine şaşırmayız. Şiir toplamlarına seçilen isimlerde bulunan bu sürekliliğin temalarda da devam ettirilmesi, hemen hemen benzer konuların farklı tarihsel şahsiyetler ve mekanlar aracılığıyla tekrarlanarak işlenmesi de dikkat çeker. Esasen tek bir çatışmanın, “iyiler” ve “kötüler” mücadelesinin örnekleridir Ali Emre’nin ısrarla etrafında dönüp durduğu asli konu.
Tarihsel, toplumsal ve siyasi zeminde bu çatışma “biz ve onlar” arasındaki çatışmayla karakterize edilir. Burada kullandığımız şekliyle “biz” lafzı, inanmış, Müslüman, mazlum halkları ve onların sesini yansıtan şair(ler)i, yani kısaca “iyiler”i temsil ederken “onlar” genelde zalim, işgalci, “Kabil ruhlu” düşmanı, yani “kötüler”i imler. Aradaki gri bölgede ise hainler, işbirlikçiler, “yılan bana dokunmuyorsa bin yaşasın”cılar vardır. Ali Emre, çoğu kez gri bölgedekileri de “Kabil ruhlular”ın, kötülerin arasına dahil etmekten çekinmez. Çeyizime Bir Kefen’deki şiirlerin çoğunluğunun biz, onlar ile biz ve onlar arasındaki gri bölgede yer alanların kavgasındaki konumlarına değgin eleştirel bir tona sahip olduğu söylenebilir.
“hatırla, el çırpılır ve dolunay çıkardı
üşüyen dağların omzuna dokunarak
ne çok sıyırmıştı gökkuşağı tenini
ne çabuk büyümüştün uzaklara bakarak”
Esasen Ali Emre’nin biyografisinden izler taşıyan şiirleri “ne yiğitliğe doyar, ne cömert hatırlayışlara.” Bu tür hatırlayışları besleyen şiir bölümlerinde son derece duru ve doğrudan bir söyleyişi yeğler Ali Emre. Bab asını çocuk yaşta kaybetmiş, yoksulluğun yetimliğin her türlü kahrını sonuna dek yaşamış bir öznenin hayata dair düşündüklerini, “İblis’in avanesi”ne karşı kininin, öfkesinin sebeplerini belli belirsiz sezersiniz bu bölümlerde. Bu özne hem yazgıya inanır hem de irade sahibidir. Doğrusu burada da böylelikle Emre’nin yeğlediği sürekliliği gözlemleriz. Yazgının başımıza getirdiği musibetlerle mücadele irademiz yoluyladır:
“Mutlu ölüm yoktur o yüzden gövdeyi sağır eden bir kin
varsa
Geyiklerden, yılışık konçertolardan, borsalardan kaçıp
Ekmeği tuzla tartmaya alışmışsa insan
Birikmişse kırbasında sözün öfkesi
Gidip o mübarek kana dokunmak ister
O çocuklara, o babalara bakmak ister tarihin avlularından.”
Meryem’in Yokluğunda kitabında yaşanan kayıpların ve onların sebep olduklarının tek tek çetelesini tutan Emre’nin bireysel kayıplarla toplumsal kayıplar arasında herhangi bir ayrım gözetmemesi de böylelikle makulleşir. Emre’nin şiirlerinin tamamına yayılan eleştirel bakış, yer yer kara mizah içerse de genelde ironi ve humordan uzak, doğrudan ifade edilir. Kara mizah içeren bölümlerde bile Ali Emre, sözünü fazlaca eğip bükmeye ihtiyaç duymaz, lafını esirgemez. Bu açıdan Ali Emre’nin şiirleri pek ironi, pastiş, parodi vb. söz figürlerini içermez. Emre’nin şiirlerinde eleştiriler de hicivler de doğrudan söyleyişin gücüne yaslanır.
Ali Emre’nin şiirlerinin hemen hemen geneline yansıyan tarih duygusu, geçmişin güzel anları ile şimdinin kötü yanlarının kıyasına imkân tanır. Bireysel anılarla örülen geçmişe bakışında Emre, kendini savunduğu değerlerin ve coğrafyanın bilincinden ayırt etmez. Emre’nin dizelerinde sık sık Kur’anî ibarelere de denk gelinir. Zaman zaman Hz. Peygamber ve sahabe hayatından örnekler de zikredilir. Hz. Hatice, Hz. Hamza, Hz. Ali, Mus’ab bin Umeyr, Selman-ı Farisi; Ali Emre’nin andığı sahabelerden bazılarıdır. Hz. Yusuf ile kardeşi Bünyamin de sık sık şiirlere misafir edilir. Emre’nin şiirleri başta Türkiye olmak üzere Müslüman coğrafyanın son 50 yılının şiirsel bir kaydıdır bir yerde. Bu kayıt yapılırken tarihsel arka plan da ihmal edilmemiştir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.