Öğrencilik yıllarımda karşısına oturup özellikle Ortaçağ üzerine birkaç kez sohbet etme fırsatı bulduğum Umberto Eco'nun bir derya olduğunu düşünmüştüm. Bu düşüncemde hiçbir değişikilik olmadı. Eco'nun neredeyse her yıl Türkçeye çevrilerek yayımlanan kitapları da yalnız olmadığımı gösteriyor.
Geçtiğimiz aylarda Türkçeleştirilmeye başlanan Ortaçağ kitapları (ya da ansiklopedileri) akıllara seza. Şimdi ise araya, kendi deyişiyle "rastgele" yazılardan oluşan Düşman Yaratmak girdi. Kitabın adının devşirildiği "Düşman İnşa Etmek", tam bir tavşan yazı. Belki de albeni yaratmak için Eco'nun da dediği gibi editörün yaptığı bir hinlik. Ama bu sakın bir küçümseme gibi algılanmasın çünkü hem o hem de öbür yazılar, Eco'nun kültür tarihçiliğini açık ediyor.
Gürültülü kitap
Kimilerinin söylediğinin aksine Eco, popülizme yönelmiyor. Günün olaylarını büyük bir bilgi dağarcığından süzüp yorumlayarak sıkı bir eleştirel tavır takınıyor. Tavşan yazıda dediği gibi düşman sahibi olmak hem kimlik inşasında hem de değerleri ölçmede işe yarıyor. Sonra gelsin dün ve bugünden "sapkın", "çirkin ördek yavrusu" ve "aşağılık" düşman örnekleri.
Eco'ya takılmayı göze alanlar, Düşman Yaratmak'taki yazılarla onun bir kez daha bilginin ve yorumun sınırlarını zorlayışını fark edecek. Kitapta uzmanı olduğu Ortaçağ'ın yanı sıra diğer tüm zamanların, yemeklerin ve kenarda köşede kalmış bazı tesadüflerin ortalığa saçılışına şahit oluyoruz. Örneğin bedene "üflenen" ruh meselesi: Eco, Tertullianus'tan giriyor, Aziz Thomas Aquinas'la devam edip Darwin'den çıkıyor; düşünsel evrimin yoğunlaştırılmış bir haritasını oluşturuyor. Tabii kendi topraklarını, İtalya'yı da atlamamak lazım. Oradaki kültürel evrimi, edebi mirası ve ünlü Palermo deyişini: "Burada fikir ayrılığı dostluk demektir."
Eco'nun yazıları, farklı birçok odası bulunan ve her birine sizi davet eden büyük bir şatoyu andırıyor. O odalardan "Susulması gereken konularda çok konuşmalı," sözü yükseliyor. Bu anlamda kitap, hayli gürültülü ve haliyle derin mevzulara da giriyor. Fakat söz konusu gürültü, "arttıkça ne dendiğine daha az dikkat ettiren" türden değil; Eco'nun çıkardığı, pek de dikkat etmediğimiz ama kazılıp göz önüne konması gerekenlerle ilgili. Mesela sansür bunlardan biri. Sese, patırtıya ve uyuşturucu görevi gören kuru gürültü, asıl önemli olan şeylere eğilmeyi engeller, diyor Eco. Yani ona göre formel sansürün yerini bu yollara başvuran yeni ve daha etkili sansür alıyor.
"Tanrı susmayı sevenlerle konuşur"
Metinler, Eco'nun zamanda yaptığı bir yolculuğa da benzetilebilir. Bunu, hem metaforik hem de gerçek anlamda kullanabiliriz. Çünkü kitabın sonunda astronomiden keşiflere dek uzanan geniş incelemeler bulunuyor. Eco, orada felsefi ve bilimsel birikimini paylaşıyor. Hakiki tarihle hayali coğrafyalar arasında görünmez köprüler de kurarak kültür tarihçiliğinin dibine vuruyor.
Küçük bir de notu var: "Sonsuzluğun ve geleceğin sınırlarında mücadele edenlere merhamet edin. Tüm hayali coğrafyaların ve astronomilerin bazen çok verimli olabilen ölçülerine ve hatalarına merhamet edin." Hakiki tarihin kirinin pasının ütopyalarla giderilmeye çalışıldığı günler, Eco'nun özel ilgi alanı. Onlar aynı zamanda "Tanrı'nın susmayı sevenlerle konuşmayı sevdiği günler."
Kitaptaki Eco yazıları, daldan dala atlayan, gerçekten de rastgele yazılar. Yani Eco'nun dediği doğru: Bu kitapta bir odaklanma sorunu var.
Yeri gelmişken anlatayım: Eco'yla laflarken dönüp dolaşıp konsantrasyon sorununa demirlemiştik. Bir an duraklayıp "Odaklanma sorunu iyidir," dedi, "yalnızca bir konuya değil, aynı anda pek çok mevzuya yoğunlaşmanı sağlar."
Gerçekten de öyle, Düşman Yaratmak'taki yazılar gibi.
Yeni yorum gönder