İnsanın doğum ve ölüm arasında geçen sürecine eğer üretim ilişkileri dâhilinde ‘yaşamak’ deniliyorsa, bazı insanların yaşadıklarıyla geride bıraktığı şeylerle tarihte bir yer ediniyor olması da oldukça anlaşılır. Elbette bunun tarihsel diyalektik oluşturacağı da bir kesin. Çünkü üretim ilişkilerinin belirlediği kültür, insanın doğada varlığını sürdürebilmesi için birtakım zorunlulukları da beraberinde getiriyor. İnsanın sadece canlı kalması, beslenme, giyinme ve barınma olarak üç temel yapıda toplanabilecek ekonomik (maddi) zorunluluklarla başa çıkmasını gerektirir.
İnsanlık tarihinde bugünü etkileyen ya da bugün de gelinen noktada benzerlik teşkil eden olayları “Aynalar” adını verdiği kitabıyla fragmatik bir yapıda anlatmayı deneyen Eduardo Galeano, tarihsel diyalektikten yararlanıp insanın politik ilişkilerini ortaya koymaya çalışmış. “Aynalar”la yazar, diğer kitaplarındaki (Tepetaklak, Yürüyen Kelimeler, Latin Amerikanın Kesik Damarları) şiirsel dilin daha bir üstüne çıkmış, okur belleğinin de çok fazla konularla ilgili araştırmasını gerektirmeyen anekdotları içinde toplamış bulunuyor. Eksiksiz bir çalışma değil elbet bu, ama denemeye değer bir bütünlüğü de yakalamış kendi içinde. İroni ustası Eduardo Galeano, bu yapıtında mitolojiden edebiyata, müzikten resme, plastik sanatlardan mimariye, dinden hukuka, felsefeden politikaya değin birçok kurumdan derlediği olayları, ucu halen açık günümüz ilişkilerine bağlamış. İştah kabartıcı bir yoğunlukta tarihsel bir okuma ziyafeti yaptırırken okuruna, asıl amacı olan düşündürmeyi de çeşitli söz sanatlarını kullanarak gerçekleştirmiş. Bu bütünlüğün belki de tek handikabı her zaman genişletilmeye açık bir yapıda sunulmuş olmasında. Yani, okuruna ‘bitti’ demekten çok ‘bunlar da olsaymış, konularla çok da bağlantılı oysa’ dedirtebilir. Tabii, bu durum okurunun ne kadar birikimli olmasıyla da orantılıdır.
İnsan ilişkileri, zamanın üretim ilişkileriyle doğru orantıda gelişiyor. Tüketimin yoğun yaşandığı toplumlarda ilişkilerin de hızı aynı yoğunlukta seyrediyor demek belki de olasıdır. Kullan-at ürünlerin her alanda yaygınlaştığı günümüz dünyasında, tüketimin hızıyla nesnelerin çeşitliği de ekonomik değerine göre artmış bulunmakta. Bu, insanın da aynı hızda birbirini tüketmesi tehlikesini bekletiyor. Çok fazla değil, eğer hemen yirmi yıl geriye dönüp anımsadığınız insan ilişkilerine bakarsanız, göreceksiniz ki daha çok insani değerler taşıyordu. Buna neden olan şey depozitolu cam şişelerin yerini depozitosuz pet şişelerin alması olarak gerekçe gösteremesek de ilişkilerin yoğunluğu açısından kıyaslandığında iki nesnenin yoğunluğu nasılsa, bugünkü ilişkilerin de toplamı bir benzer oluşturmuyor diyemeyiz. Eduardo Galeano’nun da bütün bunlardan yola çıkıp derlediği düşünceler, hayatın diyalektik toplamında insanın bugün nerede bulunduğunun sorusunu açıklıyor. Bunu belli markalaşmış ürünlerden yola çıkmayı da hiç çekinmeden ortaya koyan Galeano, sansür kurumunun sansürcüsüne açıkça posta koyuyor denilebilir. Reklamın, Ivan Pavlov’un koşullu refleksinden ortaya çıktığını (*) düşünen Galeano, insanlığın bugün belli pazarlama stratejileriyle koşullandırıldığını, bütün dünyasının markalar imajında kurulduğunun altını çiziyor.
Çocuk gözüyle, çikolatalı içinden oyuncak maket çıkan sürpriz yumurtanın çekiciliği nasılsa, bugün dünya ilişkileri de o aldatmacanın içinde sunuluyor. Komünikasyonun neredeyse varılabilecek en son noktaya varıldığı 21. yüzyıl dünyasında; insanlar, dillerinin kelimelerini tahrip edip kelimeleri de eksik yaşar hale geldi. Komünikasyonun uyuşturucu etkisi günden güne çoğalmakta, neredeyse her şeyi komünikasyonun olanakları dâhilinde yaşamaktayız. Oysaki mitoloji, bunu “Eko” mitolojisiyle anlatmaya çalışmış, kendi sesimizle karşı taraftaki kişinin sesi giderek aynılaşmış olduğundan dem vurulmuş. Endüstrileşme sürecinde sınır tanımayan günümüz dünyası, büyük bir dilsizlikle yepyeni kültür intiharları hazırlıyor.
Hollywood dünyasının fantastik gerçekleri, hiç de uzak olmayan şeylermiş gibi çıkıyor karşımıza. Oysa bugün Jules Verne okurken, dünyanın dışına bile çıkan, kuşların dışında uçacağını işaret ettiği birtakım aletlerin içinde olan dünyadayız. Bugün uçağın yaygın kullanımı sayesinde, insanın ulaşımda büyük bir zaman zorunluluğundan kurtarılması özlemleri de maddi olarak karşılanabilir olduğundan kaldırmış gözüküyor. Evet, tarihin yozlaşması bu olumlu gelişmelerle mi oluyor dersiniz? Aslında değil, bugün insanın zaman kavramının içini boşaltmak isteyen iktidarların elinde olması bunlara sebep.
Eduardo Galeano’nun “Aynalar”ında, içinde buluşlara dair çok şey geçmesine rağmen buluşlarıyla neredeyse ‘kâhin edebiyatçı’ olarak anılabilecek Jules Verne yoksa da, İspanya’dan ve Latin Amerika ülkelerinden onca söz edilmesine rağmen “Kanayan İspanya”da “İnsanların Dünyası”nı yazmış “Küçük Prens” Antoine de Saint-Exupéry olmasa da, döneminde yaşamış birçok kişiden söz edilip de galiba 20. yüzyılda bütün dünyaya emperyalist güçlerle nasıl savaşılması gerektiğini öğreten eşsiz komutan Mustafa Kemal Atatürk’ten hiç söz edilmemiş olsa da... eksikliği böyle arandığında çok örnek bulunabilecek bir kitap diye düşünsem bile, tamamında güzel bir tarih kolajı kotarmış olduğu bir gerçek.
Ölümsüz kıyımsız bir sabah, insanlar yaşamak için tarihe bir gün sorarlarsa tarih onlara çok cevap verebilir. Her geçen gün jönü jöndamı değişse de bu dünya sahnesinin, izleyenler gene soracaktır:
‘Tarih, ölür müsün, öldürür müsün?’
(*) Eduardo Galeano, Aynalar, Çeviren: Süleyman Doğru sf. 265 Sel y. 2. baskı. Ocak 2010, İstanbul
good articles
[url=http://www.michaelkorseoutlet.org/]michael kors factory outlet[/url]
michael kors factory outlet
Yeni yorum gönder