Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tarihi roman yazmanın formülü



Toplam oy: 831
Ahmet Altan
Everest Yayınları
Ölmek Kolaydır Sevmekten, tipik bir Ahmet Altan romanı; kolay okunuyor, merak unsuru barındırıyor, tarihsel olguları kurgunun içine sırıtmadan yediriyor, insani halleri ve durumları analiz ediyor.

Ahmet Altan çok satacak tarihi roman yazmanın formülünü bulduğu için, yakaladığı bu damardan devam ediyor. Kılıç Yarası Gibi, İsyan Günlerinde Aşk serisine şimdi de Ölmek Kolaydır Sevmekten ekleniyor. 

 

İttihat ve Terakki’nin iktidardaki Hürriyet ve İtilafçıları girmeye zorladığı, halkın savaş çığlıkları atarak gönüllü yazıldığı Balkan Savaşı, tarihimizin en büyük askeri bozgunlarından birisi olduğu için resmi ve milliyetçi tarihçilerimizin kurcalamayı pek sevmedikleri bir konudur. İttihatçıların savaşın kötü gidişini bahane ederek düzenledikleri Babıâli baskını ise başlı başına bir vakadır. Örsan Öymen Bir İhtilal Daha Var... kitabına bu baskının trajikomik hikayesi ile başlar. Balkan Savaşı’nın, tetiklediği olaylar zinciri ile, Osmanlı’nın geleceği açısından çok kritik bir dönemeç olduğunu iddia edebiliriz. 

 

Kahramanlarını olağanüstü özelliklerle donatmak bir yandan romancıya kolaylık sağlarken, öte yandan romanı karikatürleştirme tehlikesi de taşır. Eğer karakter olağanüstü ise olağanüstü eylemler yapması gerekir. Veya tersinden söylersek; olağanüstü karakterin niteliklerinin romanda gerçekleşen olağanüstü eylemlerin sonucu olması, kahramanın bir gelişim ve eylemler zinciri sonucunda o noktaya gelmesi daha doğru olur. Eğer öyle değilse, romancı bir tür keyfiyet ile karakteri kusursuzlaştırıyorsa, karakter daha çok bir çizgi roman karakterine benzemeye başlar; nitekim öyle oluyor.

 

Ölmek Kolaydır Sevmekten’de Superman işlevini Nizam üstleniyor. Tipi, eğitimi, karakteri, cinsi cazibesi ile fantastik bir varoluş. Eğitim derken sadece formal eğitimi düşünmeyiniz, özellikle babaannesi Mihrişah Sultan’ın koçluğunda Uzak Doğu savaş sanatlarından müzik, sanat, antika bilgisine kadar akla gelebilecek tüm niteliklerle donatılmış, kurgunun açılması gereken her kapısını açacak maymuncuğa sahip bir âdemoğlu. Kazanova kadar çapkın, Proust’un Marcel’i kadar duyarlı ve hassas, Şibumi kadar cengaver bir genç adam. Erken doğmuş bir James Bond, yerli bir Muhteşem Gatsby!

 

Sadece Nizam değil, Kılıç Yarası Gibi’den itibaren kurguda merkezi bir rol işgal etmeye başlayan Mihrişah Sultan da torunu ve öğrencisi gibi çok nitelikli bir karakter. Çok güzel ve iktidar sahibi bir olgun kadın olarak serinin merkezinde bütün karakterleri birbirine bağlayan bir kavşak rolü üstleniyor. Kendisi Paris’te ikamet ediyor ve dünyanın tüm krallarını ve soylularını tanıyor; devlet gibi bir kadın.

 

Ancak bununla da yetinmiyor Altan, benzer güçlere sahip, elinin altında sınırsız güçler bulunan bir tarikat şeyhini de adeta Mihrişah Sultan’ı dengeleyecek ve aralarında bir duygusal gerilim yaratacak biçimde kurguluyor. Şeyhin varlığı güncel paralel mevzular dikkate alındığında yapacağı çağrışımlarla ayrı bir cazibe noktası oluşturuyor. Romancımız onun konuşmaları ile güncel meselelere de dolaylı müdahalelerde bulunabiliyor. Tekkenin mekan betimlemeleri de spiritüel bir atmosfer ihtiyacına karşılık düşüyor.

 

Bütün roman kahramanlarının çok güzel, çok akıllı ve çok yetenekli olması tuhaf kaçabilir; o yüzden yabancı kadın kontenjanında rolünü güzelliği ile değil gizemi ile oynayan bir Rus kadını seçilebilir. Nizam sıradan güzelleri zaten tavlayabilir; önemli olan bir kumarhanede duygusuzca fakat yetkin bir teknik ile piyano çalan ama kimseye ismini söylemeyen bu gizemli, genç Rus kadınının kalbini açacak anahtar olabilmektir.

 

Kuşkusuz bu kahramanlarımızın hepsi de sınırsız servetlere veya zengin sponsorlara sahip olup, dilediklerince yaşayabilme özgürlüğündedirler. Hepsine atalardan, ölmüş kocalardan fevkalade servetler kalmıştır. Böylece kurgunun içinde kaygısızca hareket edebilirler.

 

Diğer kahramanlarımız da özellikli ama kısmi falsolu olmalılar. Dolayısıyla tam bir asker olan Ragıp Bey, Dilara Hanım’ı kendi istediği gibi sevmek istediğinden bir aşkı yaşamaktan imtina etmekte, ondan aldığı son üç mektubu açmadan cebinde taşımaktadır. Dilara Hanım ise, “çarpıcı güzelliği olan kadınlardan değildi[r] ama parlak zekası, alaycılığı, derin bilgisi, siyasi konulardaki keskin tavrıyla (...) güzelliği siz onun zekasını fark ettikçe” belirginleşen bir kadındır.

 

Sadece kurgunun kritik bağlantı noktalarındaki görevleri nedeniyle bir anlamda mecburen romana dahil olan Tevfik Bey gibi yan karakterleri de eklediğimiz zaman, projemiz hazır hale gelir. Romanın bir tür dolgu malzemesi olan çevre, durum, konum ve duygu betimlemeleri ise zaten Ahmet Altan’ın en yetkin olduğu konulardan birisi. Yapıyı oluşturduktan sonra bunları büyük bir rahatlık ve keyifle yazabiliyor. Projenin edebi içeriği de zaten o betimlemelerle gerçekleşiyor.

 

Tipik bir Ahmet Altan romanı 

 

Sonuç olarak Ölmek Kolaydır Sevmekten, roman sanatı açısından serinin önceki romanları ile aynı değerde. Tipik bir Ahmet Altan romanı; kolay okunuyor, belirli oranda bir merak unsuru barındırıyor, tarihsel olguları kurgunun içine sırıtmadan dahil ediyor, insani halleri ve durumları analiz ediyor. Açıkçası Anya’nın gizemi ve romanın finaline kadar her şey bu tür bir romandan tam beklendiği gibi. Ama romanın en zayıf tarafı Anya’nın hikayesi ve final oluyor... Roman(c)ımızın en zayıf olduğu noktalardan birisidir trajik olay kurgusu; muhtemelen gerçeklikte trajik yaşamların az olması ile, o da muhtemelen düşünce/felsefe/inanç geleneğinin sığlığı ile ilintilidir. Hani neredeyse insan Anya’nın sırrını hiç öğrenmeseydik damağımızda biraz daha fazla hoş bir roman tadı kalırdı diye düşünüyor.

 

Bu vesileyle okurlara iki çok kıymetli dönem romanı tavsiye edelim: Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul’u ve Nahid Sırrı Örik’in Sultan Hamid Düşerken’i. Aram Andonyan’ın Balkan Savaşı adlı muhteşem tarih çalışması ise bu savaş hakkında okunabilecek en önemli kaynak olma özelliğini hâlâ koruyor; üstelik de çok iyi bir tarih yazımı örneği ve Ermeni Osmanlı kimliğinin yansıması olarak. Aram Bey’in Osmanlı’nın tüm unsurlarına karşı bir tarih yazarı olarak nesnel duruşu bize çok şey öğretebilir.

 

 


 

 

* Görsel: Kaan Bağcı

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.