Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tasavvufa Müştak Bir Alim: Annemarie Schimmel



Toplam oy: 147
Annemarie Schimmel’in İslam’a ve tasavvufa yönelik oryantalist bakış açısının hilafına bir tutum sergilediği görülmektedir. Ona göre tasavvuf tarihi, “Allah’tan başka ilah yoktur” formülasyonunu çeşitli biçimlerde ortaya koymak ve böylece ibadet edilecek yegâne merciin Allah olduğunun şuurunda olmak şeklinde özetlenebilir. Bu yolu tutanlar, bireysel ya da toplu olarak marifet ya da aşkın yanı sıra zühd ve vecd ile nihai gayelerini tahakkuk ettirmeye gayret göstermektedirler.

İslam’ın irfânî ve hikemî unsurları, yalnızca geçmişte değil günümüzde de dışarıdan ve içeriden muazzam bir teveccühün odağıdır. Kimileyin kütüphane raflarında görmeye alışık olduğumuz elyazması ya da matbu eserlerde böylesi unsurların varlığından haberdar olmamız, sırası geldiğinde müracaat edilsinler diye onları titizlikle gözden geçiren bazı iştiyaklı ilim adamları vesilesiyledir. Özellikle dinler tarihi ve tasavvufî temalarla alakalı çalışmalarda bulunanların bir biçimde ismine aşina oldukları Annemarie Schimmel de sözü edilen iştiyakın öne çıktığı ender şahsiyetlerdendir.

 

Schimmel, 7 Nisan 1922’de Almanya’nın Erfurt şehrinde Protestan bir ailede dünyaya gelir. Babasının felsefe ve mistisizme olan ilgisinin, daha sonra onun ilmî hayatında etkili olduğu söylenebilir. Schimmel 1939’da liseyi bitirdikten sonra Friedrich Wilhelm Üniversitesi’nde Kimya ve Fizik Bölümü’ne kaydolsa da çok geçmeden Şarkiyat Bölümü’ne kaydolur. Burada İslam sanat tarihi, hüsnühat, Arapça ve Türkoloji dersleri alır. 1941’de Memlük Dönemi Mısır’ında halife ve kadılar üzerine hazırladığı teziyle Arap filolojisi ve İslamî ilimler alanında doktorasını tamamlayan Schimmel, II. Dünya Savaşı sırasında Alman Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Türkçe mütercimi olarak görev yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Amerikalılar tarafından Marburg Kampı’nda beş ay gözaltında tutulur.

Savaştan sonra Schimmel’i uzun soluklu bir akademik serüven beklemektedir. 1946’da Marburg Üniversitesi Teoloji Bölümü’nde çalışmaya başlar. 1946-1954 yılları arasında Marburg Üniversitesinde ders veren Schimmel, burada Friedrich Heiler ve H. H. Schaeder gibi ilim adamlarıyla dinler tarihi ve mistisizm gibi konuları karşılaştırmaları olarak çalışır. Schaeder’in kendisine Mevlânâ’nın eserlerini okuma tavsiyesinde bulunması, Schimmel’in hayatında bir dönüm noktası olmuştur. Zira inişli çıkışlı hayatında, Mevlânâ’nın Mesnevî'sinin tecrübe edeceği sızılara bir merhem olduğunu dile getirmektedir. Sonraki çalışmalarında, sözgelimi 1948’de kaleme alınan ve Hermann Hesse tarafından da hayli takdir edilen Ney’in Nağmeleri'nde (Lied der Rohrflöte), Mesnevî’nin etkisi açık bir biçimde görülmektedir. Klasik eserlere büyük bir ilgi duyan Schimmel, bazı yazmalar üzerine çalışmak için 1952’de İstanbul’a gelir ve şehrin ileri gelen şair ve yazarlarıyla tanışır.
Bu dönemde, bazı dergilerde Cemile Kıratlı müstearıyla yazıları yayınlanır. 1954-1959 yılları arasında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Dinler Tarihi dersleri veren Schimmel’in, Dinler Tarihine Giriş (1955) isimli bir ders kitabı bulunmaktadır. Türkiye’de günlerini ders verme ve telifâtın yanı sıra Anadolu’ya yön veren sûfîler ve tasavvufî kültüre dair geniş incelemelerle de geçirmiştir.
Annemarie Schimmel 1959’da Almanya’ya dönmüş ancak hemen kadro bulamamıştır. Bir yıl kadar editörlük ve dernek başkanlığı gibi görevlerin ardından 1961’de Bonn Üniversitesi’nde Arapça, Türkçe, Farsça ve İslam sanatları dersleri verir. Daha sonra “gurbet” olarak nitelendirdiği Amerika’ya giden Schimmel, 1967’de Harvard Üniversitesi’nde dersler verir ve New York Metropolitan Museum’da İslam Sanatları konusunda danışman olarak görev yapar. 1992’de emekliye ayrılarak Bonn’a dönen Schimmel, sonraki yıllarını da dersler, konferanslar ve telifatla geçirdikten sonra 26 Ocak 2003 yılında Bonn’da vefat eder.

Altı dil biliyordu
Kelimenin asli anlamında bir “polyglotte” olan Annemarie Schimmel, hayli velud bir müelliftir. Arapça, Farsça, Türkçe, Urduca, Sanskritçe, Grekçe gibi farklı dilleri bilmesinin bir getirisi olarak birçok tercümesi bulunmaktadır. İslam’ın Mistik Boyutları, Yunus Emre ile Yollarda, Halifenin Rüyaları, Ben Rüzgarım Sen Ateş, Muhammed İkbal gibi telif ve tercümeleri, kaleminin ne denli kuvvetli olduğunun birer işaretidirler.
Gittiği yerlerde Hallâc, Mevlânâ ve Yunus gibi sûfîlerin eserleri bağlamında tasavvufun özgeliğini anlatmaya çalışan Schimmel, bu yönüyle akademide söz konusu şahsiyetlerin gerektiği gibi anlaşılmasına ve Batı’da dönem dönem baş gösteren İslamofobinin yersizliğini ortaya koymaya büyük çaba sarf etmiştir. Schimmel’e göre Hz. Muhammed, Müslümanlar için insanlar arasında en muhteremidir. Dolayısıyla müminler onu sevmenin yanında örnek almak ve onun izinden gitmek durumundadırlar. İslamı karakterize eden teslimiyetin numune-i imtisali olan ve dünyayı gerektiği gibi değerlendirerek emsalsiz bir kardeşlik ve eşitlik öngören Hz. Muhammed’in tüm bu latif nitelikleri bilindiği takdirde, İslam’a yönelik cahilce ve küçümseyici tutumlar da ortadan kalkacaktır.
Annemarie Schimmel’in İslam’a ve tasavvufa yönelik oryantalist bakış açısının hilafına bir tutum sergilediği görülmektedir. Ona göre tasavvuf tarihi, “Allah’tan başka ilah yoktur” formülasyonunu çeşitli biçimlerde ortaya koymak ve böylece ibadet edilecek yegâne merciin Allah olduğunun şuurunda olmak şeklinde özetlenebilir. Bu yolu tutanlar, bireysel ya da toplu olarak marifet ya da aşkın yanı sıra zühd ve vecd ile nihai gayelerini tahakkuk ettirmeye gayret göstermektedirler. Dahası, tarih-üstü niteliğe sahip ezelî misâk gibi bir hedefe erişmek için de tektip bir bakış açısından ziyade zühdden mücâhede ve mücâdeleye, metafizik yaklaşımlardan cezbeye kadar çok çeşitli yöntemlerin kullanıldığı bir gerçektir.
İslam’ın bâtınî boyutları, sayıların esrârı ve Hallâc gibi sûfîlerde gözlemlenen vecd ya da zevk unsuru vb. izaha muhtaç hususları titizlikle ele almaya çalışan Annemarie Schimmel gibi şahsiyetlerin çalışmaları, ilmi açıdan yeni pencereler açarak birçok yeni çalışmaya da öncülük etmiştir. Schimmel gibi tarafsızlıkla mutena şahsiyetleri araştırıp diğerlerine aktarmaya çalışan iştiyak sahibi âlimlerin özlemiyle.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.