Görüntüler dünyasında yaşıyoruz. Kucağında beyaza yakın sarı saçlı bir çocuk taşıyan Asyalı kadın, bir çırpıda bebeğin bakıcısı olarak algılanıyor. Sizi döver gibi ve asık suratla, “What do you like to have, chicken or pasta?” diye soran kabin görevlisi, makarna diye cevap verdiğinizde birden ışıl ışıl gülümseyip, “Affedersiniz sizi Arap sandım,” diyebiliyor. Bedenimiz, rengimiz, saçımız, cinsiyetimiz, giyim kuşamımız (ve daha da fazlası) kaçınılmaz olarak karşı tarafın zihninde bir kimlik yaratıyor ve ona göre muamele görüyoruz. Kabuğunu Kıran İnci, içinde yaşadığımız görüntüler dünyasına dair önemli sorular soran bir roman.
Batılı okur için yazılmış Doğulu bir hikaye. Afganistan’da erkek çocuğu olmayan ailelerinin, kız çocuklarından birini evlilik çağına gelene dek bir “erkek gibi” büyütmesine, hatta aslında gerçek anlamda görevlendirmesine olanak veren “bacha posh” geleneğini kitabın merkezine koyan Nadia Hashimi, okuru toplumsal cinsiyet üzerine düşünmeye davet ediyor. Konu 2000’li yılların başında İranlı yönetmen Majid Majidi’nin filmi Baran’la gündeme gelmişti. Dikkatleri çekmiş olmalı ki geçen sene gazeteci Jenny Nordberg’in kitabı “Kâbil’in Gizli Kızları” (The Underground Girls of Kabul: in Search of a Hidden Resistance in Afghanistan) yayımlandı. Araştırması süresince çok sayıda bacha posh’la tanışan, hatta dost olan Nordberg, hayatlarının farklı dönemlerinde “erkek olmuş” kadınların deneyimlerini ve bu yaşamın kadınlara nasıl bir mücadele alanı sunduğunu gözler önüne seriyor. Hashimi ise, toplumsal açıdan gayet ilginç bir meseleyi edebi eserin konusu haline getiriyor.
Taliban rejimi altında yaşayan ve okula giderken, alışveriş yaparken, sokakta her yerde tacize uğrayan kız çocuklar ve kadınlar, gitgide yanlarında bir erkek olmaksızın dışarı çıkamaz hale gelirler. Rahima ve kız kardeşleri, hiç erkek kardeşleri olmadığı için her gün okul yolunda türlü ezaya maruz kalırlar. Erkekler peşlerine takılır, laf atarlar, kovalarlar. Beş kız doğurmuş anneleri ne yapacağını bilemezken, teyzelerinin aklına zamanında büyükanneleri Shekiba’nın hayatını kurtaran gelenek gelir. Rahima ailenin bacha posh’u olacaktır. Her bölümde yüz yıl ileri geri gidip gelen hikaye, bu iki kadının kendilerine alenen düşman bir toplumsal yapı içinde, kendilerini var edebilmek için verdikleri gerilla savaşını anlatıyor. Dolayısıyla, mesele Taliban rejiminden daha derinlere, ataerkil toplumsal yapılara, dini sınırlara ve sınıflandırmalara doğru genişliyor.
Bacha posh’un kelime anlamı, “erkek gibi giydirilmiş.” Kabuğunu Kıran İnci’deki anlatımıyla gerçekten son derece basit bir dönüşümden söz ediyoruz. Rahima’nın annesi ablasının fikrini uygulamaya karar verince, kıza bir pantolon gömlek giydirmek bir de saçlarına makası vurmak yetiyor. Rahima oluyor Rahim. Mahalledekileri, eşi dostu geçtim, kendi babası bile sanki kızı ilk bakışta tanımıyor. Bu kadar büyük bir değişimin bu kadar az emekle gerçekleşmesi her şey bir kostüm mü sorusunu sorduruyor? Çünkü yeni kıyafetler açıkça yeni bir Rahima yaratıyor. Kız bir anda bedenini farklı biçimde kullanabileceğini, mesela koşabileceğini, mesela sırtını dikleştirebileceğini, mesela karşısındaki insanlarla göz teması kurabileceğini keşfediyor. Bunların hepsi kendi için yeni, dolayısıyla teorik olarak zor olması beklenen şeyler olsa da hepsini kolayca benimsiyor. Davranışları da bu süreçte değişiyor elbette. Utangaç, sessiz, itaatkar olmak zorunda hissetmiyor artık. Çabucak ablalarından üstünmüş gibi davranmaya, kendisini babasının otoritesinin temsilcisi gibi görmeye yelteniyor. Ucuz bir benzetme evet, ama kaçınılmaz, adeta Clark Kent Superman oluyor.
"Kadın doğulmaz, kadın olunur"
İster istemez Simone de Beauvoir'ı düşünüyor insan: “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Rahima ve Shakiba'nın hikayelerini en yalın biçimde özetleyen ifade bu. Üstelik roman, erkeklik durumu için de aynı vurguyu yapıyor. Kadın ya da erkek olmaklığımız bir doğum meselesi değil, bir olum meselesi. Kendimize yakıştığını düşündüğümüz kıyafetler, yapabileceğimize inandığımız edimler, bedensel imkanlarımız, varoluşsal sınırlarımız hep bu iradi tercih neticesinde şekilleniyor. Kızım diyorlar, oğlum diyorlar, başımızı bağlıyorlar ya da saçımızı kısa kesiyorlar. Her şey olabilecekken, bu tesadüfi tercih neticesinde sadece tek bir şey olmamız bekleniyor.
Romanın görüntüler dünyasına dair diğer bir zenginliği de bir kadın olarak özgürleşmenin farklı biçimlerini dile getirmesi. Erkek kılığına giren kızların bariz bir hareket alanı kazandığını görüyoruz. Ama bunu bir taklit üzerinden, sisteme kısa vadede zarar vermeyen bir yeraltı hareketi sayesinde yapabiliyorlar. Öte yandan, yüzü yaralı Shakiba, karşılaştığı insanların kötücül bakışlarından ancak burkası sayesinde kurtulabiliyor. Sayısız kadını hapsettiğini düşündüğümüz kafes, güzellik kriterlerinin yadsınmaz iktidarı söz konusu olduğunda önemli bir işlev görüyor olabilir mi?
Aynı konu Rahima'nın “sakat” teyzesi Khala Shaima için de benzer bir öneme sahip. Eğik bir omurgayla doğmuş olan Shaima, bu eksikliği yüzünden evlen(e)memiş ve aslında çok net olan geleneksel kurallar, toplumsal otorite, disiplin, itaat sınırlarının dışında kalmıştır. Herkese, “erkeklere bile,” aklından geçeni söylemekten çekinmez. Kadın yerine konulmayan bir kadın, toplum nezdinde “en temel kadınlık görevlerini” yerine getirmemiş, birinin karısı ve çocuklarının annesi olmayı üstlenmemiş Shaima, etrafındaki tüm kadınlardan daha birey, daha bağımsızdır. Sakat olmak Shaima'nın özgürleşmesinin anahtarı olmuştur.
Hashimi'nin romanı, baskıcı toplumlarda yaşayan kadınları özgürlük üzerine düşünmeye davet ediyor. Ancak bize pek de iç açıcı alternatifler sunmuyor. Daha özgür olmak için kılık mı değiştirmeliyiz (bacha posh), görünmez mi olmalıyız (burka), yoksa sakat mı kalmalıyız?
* Görsel: Ece Zeber
Bu aralar kadınlar üzerine o kadar fazla okudum ki..Distopya olan kadın feminizm odaklı yorumlar alan ama tam olarak acaba dediğim Swastika geceleri.Kadının artık bir hiç olduğu toplumda tek avantaj orada hristiyan bir kadın olmak.Çünkü görmezden gelinen kadınlar ,tecavüze uğramayan,biraz olsun nefes alabilen kadınlar hristiyanlar. Sizin sorduğunuz ya da sorguladığınız komuya bir adım benzerlik yakalamış olabilirim.Bu kitabı henüz okumadım.Yakında okuyacağım.Ama anladığım birşey var ki kadınların toplumda yerleri anlatılırken daha iyi anlaşılması için nedense kötülerin içinden iyisini seçmek bir gelenek haline gelmiş.Aslında kısacası söylemek istediğim tabi ki özgür olmak için belirli bir sınıfa girmeyelim.Hiç sınıflar olmasın.Ama özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu anlatmak için bazen bu anlatımlara ihtiyaç var.Yorumlarınızı çok beğeniyor,sizi takip ediyorum.SEvgilerle.
Yeni yorum gönder