Ecnebi, efemine, elitçi, Sultan Hamitçi diye ötelenmiş Nahid Sırrı Örik. Yaşadığı dönemde hak ettiği değeri görmemiş. Çoğu romanı tefrika olarak kalmış, basılmamış. Yazdıkları, Türkçe Edebiyatı böldüğümüz dönemlere ait ve makbul bulunmayarak kanon dışı bırakılmış, unutulmaya terk edilmiş. Biz onu sonradan keşfediyoruz. Bu geç keşfedişte, retro olana duyulan o çok tanıdık ve sıcak özlemle, yeni olana duyulan merak ve heyecan birbirine karışıyor. Sonradan keşfedilmek, onun edebi kaderi ama aynı zamanda şansı. Selim İleri’inin Cemil Şevket Bey Aynalı Dolaba İki El Revolver kitabında bir roman kahramanı, Zeki Demirkubuz’un Kıskanmak filminin ilham kaynağı, Bahriye Çeri’nin yazdığı biyografide Bir Cihan Kaynanası Nahid Sırrı Örik. Oğlak Yayınları’nın tamamını yayımladığı Örik romanları, döşemesi yenilenmiş aileden kalma berjerler gibi, modern okuma hallerimizin baş köşesine hiç yabancılık çekmeden kuruluyor.
Kim bu Kozmopolitler?
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Avrupa ile Ankara arasına sıkışmış bir İstanbul. Nişantaşı’nda konaklar, otomobiller, Lebon pastaneleri de var; eşyaları tek tek satılan, hanımları artık tramvaya binmek zorunda kalan yalılar da. Londra’daki terzinin gönderdiği kravatlar da var, yün fanilalar da. Sahte prensesler, bir yerlerden bir paşalık ayarlamış olanlar da kentte. Saraya giden yolu otlar bürümüş, tekin değil. Kadınları şişman, geçkin ve kocasız İstanbul’un. Yine de, kadınsız Ankara’dan iyi.
Kendisini genç bir dansçı kızla aldatan sefir kocasını Kopenhag’da bırakıp kızı ve annesiyle İstanbul’a dönen Enise, Prenses Mısırlı Müzeyyen Hanımefendi ve genç oğlu Prens Cevat ile tanışır. Bu tanışma, tohumları Müzeyyen Hanım’ın gençliğinde atılmış kötücül bir intikam planının içine sürükleyecektir Enise’yi. Enise, intikamın uygulayıcısı olurken, asıl kurban Enise’nin kızı Suzan olacaktır.
Nahid Sırrı Örik, vicdan azabı ya da kefaret duygusuyla dengelemeden, mutlak bir iyi olgusuyla kıyasa gitmeden, katışıksız bir kötücüllük anlatıyor. 19. yüzyıl bitip 20. başlarken, bedenler yaşlanıp çirkinleşiyor. Bir dönem çökerken, sevgisiz ruhlarda bir ahlak parçalanması var. Nahid Sırrı Örik, bir kaynananın keskin eleştirel gözüyle betimliyor, büyük bir merdümgirizlike kozmopolitler diye adlandırdığı karakterlerini. (Ona, Hilmi Yavuz’un ‘cihan kaynanası’ adını takması bu yüzden deniyor.) Görüntüyü kurtarmak için kullanılan mücevherleri, makyajı, ünvanları, evleri, yalanları, davetleri bir tarihçi gibi tespit ediyor. Bir psikanalist gibi katman katman ayıklıyor ve insan ruhunun derinliklerindeki yabanıl şeytansı kötüyü ortaya çıkarıyor.
Prenses Müzeyyen Hanımefendi, odasına çekilip ona sosyal statü katan, onu hanımefendi kılan kıyafetlerini çıkarır. Kafasındaki intikam planları koşaradım ilerledikçe, şişman bedeni, şişmiş ayakları, sert kıllarını tasvirlemeye koyulur Örik. İntikam arzusu mu bu çirkinliğin nedeni yoksa çirkinlik yüzünden mi ihanete uğramış Müzeyyen Hanım ikilemiyle kışkırtır okuru. Buna karşılık, Enise ayna karşısında kendi güzelliğine hayran ve emin bir şekilde hazırlandıktan sonra dışarı çıkar. Sahip olduğu güzellik ne ona iyi bir kader çizer, ne içindeki kötücül ihtirası dindirir. Müzeyyen karakterine duyulan iğrenme ve acıma duyguları onun kötülüğüne tamamen inanmamızı sağlıyor. Bu intikam entrikasında hiç de günahsız olmayan güzel Enise için ise bir umut ışığı ile oyalanıyor okur: Aşık olduğu Cevat’la mutlu olsun, ya da zengin bir talip çıksın, olmadı sefir kocasıyla barışsın. Örik, duyguları manipüle ederek okuru romanın içine çekmekte pek usta.
Kozmopolitler, evlilik kurumunu ve kadının evlilik içindeki yerini Henrik İbsen’in Bir Bebek Evi oyununa yakın bir yaklaşımla sorguluyor. Oyunun ilk olarak Kopenhag’da sahnelendiğini düşünecek olursak, Kozmopolitler’in başkahramanı Enise’nin, tıpkı Bebek Evi’nin Nora’sı gibi kocasını terk edip Kopenhag’dan İstanbul’a dönmesi bu benzerliği pekiştiriyor. Kozmopolitler aynı zamanda güzel ve geçkin kadın ile genç adam aşkını, Collette’in Caniko’sunu andıracak bir şekilde anlatıyor. İyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik, intikam-vicdan-kefaret yargılarını başaşağı etmesi Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi romanını akla getiriyor. Hal böyle iken, neden Nahid Sırrı Örik Türk Edebiyatı kanonu için makbul bulunmuyor?
Edebiyat eleştirisi ve edebi kanon
Ben bu sorunun yanıtının, sadece edebiyat değil bütün sanat eleştirisindeki yaygın toplumcu gerçekçi bakış açısında bulunabileceğini düşünüyorum. Roman türünün toplumun örneği bireyi anlattığı, roman kahramanının iç dünyasını toplumun gerçek dünyasına eş bir dünya olduğu tanımından yola çıkılır. Roman, siyasal, toplumsal ve tarihsel bir üründür. Romancıdan, kahramanlarını, benzer koşullardaki gerçek bir insanın gerçek dünyada nasıl davrandığı ve nasıl doğru davranması gerektiği çerçevesinde yönlendirmesi beklenir. O roman kahramanları ki, tarihi yönlendirecek bir halk gücünü temsil eden kolektif bir sosyal bilinçtirler.
Bu değerlendirme kriterlerine göre, romanları Osmanlı’nın çöküşüne eleştirel bir ağıt, burjuva ahlaki çöküşe bir lanet okuma olan Nahid Sırrı Örik’in gerçeği, Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni kurulan, sınıf mücadelesi içindeki yorgun toplumun gerçeği değildir. Örik’in kahramanlarının kötücüllükleri de, vicdan azapları da bu toplumu ilgilendirmez diye düşünülür.
Burada sorun, nesnel ve sadece bir tane siyasal - toplumsal - tarihsel gerçeğin olmamasında ve "resmi gerçek" dayatması ile edebiyat eleştirisinin tarafsızlığını, bir eseri estetik değeri üzerinden değerlendirme yetisini yitirmesinde. Eleştirmenin, önce kendine bir politik duruş belirleyip yazardan da açıkça siyasal ve toplumsal sürece edebi katkıda bulunmasını beklemesi hala güncelliğini sürdürebilir mi? Yoksa toplumsal gerçekçilik, edebiyat eleştirisinde aslında suya sabuna dokunmayan, üstten bakan bir politik doğruculuğa mı dönüştü?
Edebi kanona kim karar veriyor? Fethi Naci’nin, çoğunlukla toplumsal gerçekçi bir bakış açısıyla ve kişisel politik görüşleri doğrultusunda hazırladığı Yüz Yılın 100 Türk Romanı antolojisi önemli bir kaynak. Harold Bloom ise Western Canon (Batı Kanonu) adlı oldukça tartışmalı antolojisinde, politik ve toplumsal ajandalar ile edebiyat bağlantısı kurulmadan da bir eleştirel bakış açısının mümkün olduğunu savunuyor. Bloom’a göre edebiyat, politik sınırlamaların dışında bir estetik ve hayal gücünün ürünü. Kanona girmeye değer edebiyatın sadece okunmaktan öte, deneyimlenmesi gerekir diyor Bloom. Bir metne müdahil olmak, okur için varoluşsal bir durumdur. Okurun okuma deneyimi sonunda ne hissedeceği, ne düşüneceği, nasıl davranacağı ne dış etkenlere bağlıdır, ne de edebiyatın misyonudur. Estetiğin iktidarı bu ve bu mümkün.
Edebiyatın ve edebiyat eleştirisinin siyasetle girdiği tehlikeli ilişkiler aklınızda bulunsun ama Kozmopolitler’i kötücül insanların, bir intikam entrikası nedeniyle girdikleri tehlikeli ilişkiler için okuyun. Ve bir okur olarak, Nahid Sırrı Örik edebiyatıyla istediğiniz ilişkiyi kurun.
benim bildigim Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Nahid Sırrı Orik'e "Cihan Kaynanası" dedigi ve Hilmi Yavuz'un ondan alıntıladıgı yonunde hatta Hilmi Yavuz da boyle diyordu
Yeni yorum gönder