Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tekel Kitabı



Toplam oy: 1388

Büyük Madenci Yürüyüşü’nün ardından Türkiye’deki bir başka büyük işçi direnişi olan ve sınıf mücadeleleri etrafında dönen tartışmaları aniden alevlendiren Tekel direnişi, emek hareketinin önümüzdeki dönemine eşik olma özelliği taşıyor.

Başladıktan kısa bir süre sonra Tekel işçilerine özgü olmaktan çıkan ve genel kamusal destek bulan direniş, hem toplumun hem de toplumsal muhalefetin çektiği nefes darlığını aşmak için kurtarıcı oldu.

Ankara 78 gün boyunca başka bir dünyada yaşadı. Ankara muhalefeti olanca enerjisini direniş çadırlarına aktardı, Ankara halkı evde bulduğu battaniyeden makarnaya kadar ne varsa kapıp çadırlara koştu, öğrenci harçlıkları sinemaya gitmek için değil Tekel direnişçilerine simit almak için biriktirildi, Sakarya esnafı yıllar boyu unutulamayacak bir ev sahipliği örneği gösterdi, sevgililer nişan kurdelelerini direniş çadırlarında kesti, futbol taraftarları uğruna olmadık kavgalara tutuştukları atkılarını işçilerin boynuna taktı...

Kentin kompozisyonunu bile etkiledi Tekel direnişi. Sakarya bölgesinin en uç köşesi birden merkez haline geldi. Tuna Caddesi “Direniş Sokağı” oldu. Sakarya Meydanının adı ise artık “Direniş Meydanı”. Bayındır Sokağına direnişte ölen Hamdullah Uysal’ın adını verdi Ankaralılar.

Belli ki direniş bambaşka bir ruh vermişti kente. Sadece kente de değil; bütün Türkiye emekçilerine...
Bütün gücü ve araçlarıyla saldırdı AKP Tekel işçilerinin üzerine. Fakat olmadı, başaramadı yenmeyi. Çadırların söküldüğü gün Başbakanın ağzından dökülen “Böyle bir şeye bir daha asla izin vermeyeceğiz” sözleri, yürüttüğü psikolojik savaşta yenildiğinin itirafı gibiydi.  

Peki olanların anlamı neydi?

İşte bu kitap, bu soruya yanıt arama çabasıdır.

Tekel direnişi üzerine daha derin düşünmek gerekiyordu. Bu; olanın hem anlaşılması hem de göstergelerinin açığa kavuşturulması bakımından yol gösterici olacaktı. Bunu yapmaya çalıştık.
Kitap, Tekel direnişini çeşitli yönleriyle ele alan toplam 11 makale, Tek Gıda-İş yöneticileri ve Tekel işçileriyle yapılan 8 röportaj ve 2009’un Kasım ayından 3 Nisan 2010’a kadar gün gün gelişmeleri içeren bir de günceden oluşuyor.

Makaleler bütünsel bir çerçeve etrafında kaleme alındı. Her bir yazar, Tekel direnişini değerlendirirken olması gerekeni betimlemeye değil olanı anlamaya çalışarak işçi sınıfı mücadelesinin geleceğine ilişkin önermelerde bulundu. Emek mücadelesinde yeni bir dönemin yaklaşmakta olduğu konusunda bir konsensüsle, Tekel direnişine dair bir okuma ve yazma çabasıydı bu.

Tekel Direnişinin Üst Anlamı” başlıklı bölümün ilk makalesinde Yalçın Bürkev, “Tekel Direnişi: Ne Eskinin Basit Devamı Ne Yeninin Kendisi” başlığıyla Tekel direnişinin son dönem sınıf mücadeleleri açısından oturduğu yeri inceleyerek, direnişi yeni bir emek hareketinin oluşum süreci açısından ele alıyor. Metin Özuğurlu ise, “TEKEL Direnişi: Sınıflar Mücadelesi Üzerine Anımsamalar” isimli makalesinde, sınıf öfkesinin ve hak mücadelelerinin sınıf hareketindeki yönlendirici etkisi üzerine anlamlı ve yeni bir tartışma başlığı açıyor.

Direnişin Politik Pusulası” başlıklı bölümde ilk olarak “Sınıfını Arayan Siyasetten Siyasetini Arayan Sınıfa: Güvencesizler” yazısında Arzu Çerkezoğlu ve Özay Göztepe, Tekel direnişi vesilesiyle, ülkemizde yaşanan proleterleştirme dalgasını zengin verilerle ortaya koyduktan sonra güvencesizlik ve hak mücadeleleri arasındaki bağı önümüzdeki dönem sınıf hareketinin ekseni açısından ele alıyor. Şimdiye kadar üzerine çok düşünülmemiş olan Kürt işçiliği konusu, Tekel direnişinin ulusal kimlik tartışmalarına kazandırdığı yeni boyutun genelleştirilmesinin mümkün olup olmadığı sorusu etrafında Ferda Koç’un “İşçi Sınıfı Hareketi, Yeniden Kardeşleşme Sürecinin Motoru Olabilir mi?” başlıklı makalesinde masaya yatırılıyor.

“Günlük Notlarından Teorik Tartışmalara” başlıklı bölümün “Direnişin ‘bilinç’ ile imtihanı” yazısında sınıf mücadelesinin en çok ele alınan alt başlıklarından biri olan sınıf bilinci tartışması, Tekel direnişinin göstergeleriyle yürütülerek sınıf bilincinin oluşum süreçleri anlaşılmaya çalışılıyor. Bu bölümün Fevziye Sayılan ile Nuray Türkmen tarafından kaleme alınan “Tekel Direnişi- Ekmek ve Gül” isimli diğer makalesi ise Tekel direnişi sırasında kadınların rolü ve konumunu, sınıf mücadelesindeki yeri bağlamında değerlendiriyor.

“Neye Direniyorlar” bölümünde, uluslararası ölçekte özelleştirme politikalarının yıkıcı sonuçlarını değerlendiren “Özelleştirmelerin Krizine Karşı Toplumsal Olanı Savunmak” yazısında Nergis Mütevellioğlu, özelleştirme karşıtlığının ekonomik ve sosyal dayanaklarını sıralıyor. Tekel direnişi bağlamında neoliberal kapitalizmin krizinin Türkiye’deki genel yansımaları ve özellikle güvencesizliğin genelleşmesinin nedenleri Mustafa Sönmez’in “Asyalaşma, Güvencesizleşme ve Kamu Müdahalesi” başlıklı yazısının konusunu oluşturuyor.

“Egemen Siyasetin Gündemi Olarak Tekel” bölümünde ise “Tekel ve Tütünün Öyküsü” Abdullah Aysu’nun anlatımıyla yer alıyor. Yazıda tarihsel seyri içinde tütün üreticiliğinin ve işkolundaki özelleştirmelerin serüveni anlatılıyor. Şükran Soner, AKP’nin genel politik hattında Tekel direnişinin yerini irdelediği “AKP ve Tekel Direnişi” yazısında, siyasal iktidarın işçi mücadelelerine bakışının röntgenini çekiyor. “Toplumsal muhalefetin adı: Tekel direnişi” başlıklı makalede de Nihal Kemaloğlu, toplumun genel desteğini gören Tekel direnişinin hangi boşluğu doldurduğunu görmemize yardımcı oluyor.

Röportajlar ve Günce

Kitapta yer alan röportajlar, Tekel direnişi sürecinin içeriden nasıl yaşandığı ve algılandığına dönük veriler olması bakımından değerli. Röportajlarda asıl gözettiğimiz nokta, herkesin her an söyleyebileceği/duyabileceği aktüel bilginin yanı sıra direnişin uzun erimli çıkarımlarının ne olabileceğine ilişkin doğrudan işçi cephesinin görüşlerini almak oldu. Tek Gıda İş Genel Başkanı Mustafa Türkel’le yaptığımız söyleşi, direnişin en önündeki ismin yaşam öyküsünü ve en genel görüşlerini kendi ağzından tanıtmayı hedefledi.

Kitabın içinde en emek yoğun çalışma ise Çağrı Kaderoğlu Bulut tarafından hazırlanan “Ülke-Gündem-Direniş” bölümüdür. Son günlerde yapılan kimi çalışmaların ve internet kaynaklı kimi derlemelerin aksine bu çalışma yüzlerce haber ve analiz metninin içinden titizlikle ayıklanmış bir arşiv çalışmasıdır. Yalnızca direniş alanının değil aynı zamanda da Hükümet ve parlamenter muhalefetin de Tekel açıklamalarını elde tutmak, direnişe verilen desteklerin, sendika yöneticilerinin görüşmelerinin seyrini görmek, direnişte günlük yaşananları daha kolay anlamayı ve gösterilen tepkilerin yerli yerine oturtulmasını sağlayacaktır. Bu bölüm ayrıca bundan önceki işçi mücadelelerini anlamaya dönük çabaların eksikliğini hissettiği genel manzaranın oluşum seyri bilgisini içermesi bakımından da önemlidir.

Nota Bene Yayınlarının ikinci kitabı olan “Tekel Direnişin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Hareketi”, sınıflar mücadelesinin bilgisini üretmeyi ve yaygınlaştırmayı hedefleyen bir çalışmadır. Eksik ve yanlışları editöre, katkı ve faydaları esas olarak Tekel direnişçilerine ve ardından kitabın yazarlarına aittir.

Sınıf mücadelesine küçük bir katkı olmasını dilediğimiz kitabımızı Tekel direnişi şehidi Hamdullah Uysal’ın anısına adıyoruz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.