Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Tekinsiz Düşlerin -Unutulan- Öykücüsü: Kenan Hulusi Koray



Toplam oy: 116
Birçoğu her daim hatırlanması gereken müelliflerle dopdolu edebiyatımız, maalesef halen üzerini kaplamış olan tozundan silkinebilmiş değil. Öyle unutulmuş ki Kenan Hulusi Koray sonrasında, yıllarca ne kitaplarının baskısı yapılmış doğru düzgün ne de birileri bize hatırlatmış. Türk edebiyatının belki de en nadir gotik, tekinsiz, yer yer dehşet, yer yer hayret uyandıran öykülerinden mahrum kalmışız bunca yıl.

2019 yılının kitap yayıncılığı camiası ve okurlar açısından en gözde konusu, Sabahattin Ali’nin eserlerinin telif haklarının kamulaşmasıydı, hiç şüphesiz. Bilindiği üzere eser sahibinin ölümünden 70 sene sonra telif hakkı koruma süresi bitiyor ve eseri kamulaşıyor; daha genel geçer bir ifadeyle, “telifi düşüyor”. Daha öncesinde de birçok yerli ya da yabancı yazarın telif hakları kamulaşmıştı elbette ama özellikle Kürk Mantolu Madonna başta olmak üzere Sabahattin Ali kitaplarının neredeyse tüm yayınevlerince yayımlanması büyük olay olmuştu. Bir yandan da bir Türk yazarın ve Türk edebiyatının bir şekilde hayatımıza yeniden, hiç tanışmamış olanlar için ilk defa girişi, işin sevindirici yanı olmuştu.

 

Gerçi, “telif düşmesi” olayının her zaman bu ya da benzeri açılardan bir olumlu etkisi de olmayabiliyor. Örnek verecek olursak, 1944 yılında vefat eden Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserleri de yakın bir zamanda kamulaşmıştı. Birçok yayınevi, farklı edisyonlarla Gürpınar’ın eserlerini yeniden yayımladı ama birçok okur bunun farkında bile olmadı. Türk edebiyatının kıymetli romancılarından biri olan Gürpınar, belirli bir okur kitlesinin üzerine, maalesef, çıkamadı.

Şair olmayan tek kişi
Kabaca söyleyecek olursak, Tanzimat döneminden günümüze edebiyatımızın birçok kalemi, halen az okunuyor. Bilerek ya da bilmeyerek “unutulan” yazarlar ve şairlerle, hem de birçoğu her daim hatırlanması gereken müelliflerle dopdolu edebiyatımız, maalesef halen üzerini kaplamış olan tozundan silkinebilmiş değil. Yalnızca akademik çevrelerin ya da meraklı okur-yazarların nazar-ı dikkatinde kalmış bu yazarların ve eserlerinin okur nezdinde üzerindeki tozlardan arınması için de en büyük görev, sanırım yayınevleri ve editörlere düşüyor.
Tam da bu hususta, İthaki Yayınları çok güzel, oldukça da dikkat çekici bir işe imza atmış. “Bizim Hikâye” adını verdikleri, Türk edebiyatının bir bakıma unutulmuş ya da kıyıda köşede kalmış öykücü ve öykülerini bir araya getirecek oldukça ilgi çekici bir kitap dizisi başlatmış. Sözü kendilerine bırakırsak, şöyle özetliyor bu diziyi İthaki Yayınları: “Bizim Hikâye, Osmanlı’dan günümüze edebiyatımızda öykünün izini süren, öykücülüğümüzü var etmiş, geliştirmiş yazarların eserleri arasından en güzellerini, en başarılılarını, en önemlilerini belirli bir tematik bütünlük gözeterek ortaya koyan, 1850’lerden 1950’lere kadar bir asırlık öykücülüğümüzün verimlerini bir araya getiren bir kitap dizisi.
Bizim Hikâye dizisiyle birlikte, hem öykücülüğümüze dair bütünlüklü bir söz söylemek hem de yeni öykücüler keşfetmek üzere farklı yolculuklara yelken açıyoruz.” Bizim Hikâye dizisinin ilk kitabı, adı birçoğumuz için sadece lise sıralarındayken edebiyat derslerinde kulağımıza çalınan “Yedi Meşaleciler” edebi topluluğunun bir üyesi olarak kalmış olan Kenan Hulusi Koray’ın öykülerinden bir seçki: Bir Yarasa Bir Kıza Âşık Oldu. 1906 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Kenan Hulusi Koray ilk öykülerini henüz daha 22 yaşında, 1928 yılında Servet-i Fünun dergisinde yayımlamaya başlar. Bu dergide tanışarak, kendi edebi topluluklarını ve dergilerini kuracak ve Yedi Meşaleciler olarak anılacak grubun içinde şair olmayan tek kişi olan Koray, kendisini öykü türüne adayacak ve hatta yazar Zahir Güvemli’nin deyimiyle, Türk edebiyatında -henüz- bir geleneğe sahip olmayan öykü türüne kaderini bağlayacaktır. Ta ki, 1943 yılında, çok ama çok genç bir yaşta, o yıllarda ülkemizde yaşanan tifüs salgınında hayatını kaybedip kalemini elinden bırakmak zorunda kalana dek…
Türkçenin tertemiz aktığı öyküler
Öyle unutulmuş ki Kenan Hulusi Koray sonrasında, yıllarca ne kitaplarının baskısı yapılmış doğru düzgün (Osmanoflar adlı romanı hariç, diyebiliriz) ne de birileri bize hatırlatmış, işaret etmiş açıkça. Türk edebiyatının belki de en nadir ve muhteşem gotik, tekinsiz, yer yer dehşet, yer yer hayret ve ürperme uyandıran öykülerinden mahrum kalmışız bunca yıl: “Bir Çingene karısı ölümünün bir ağaçtan olacağını söyledikten sonra” ağaçların ölüme davet eden seslerini duyan Yusuf’tan, “ölen bir adamın derisini üzerime giymişim gibi birdenbire titrediğimi hissettim” diyen Kavaklıkoz Hanı sakinlerinden, “kemiksiz kadın” Polka’dan, “bir yaprak kadar taze ve bir su gibi hafif” diyerek ölümü betimlediği cümlelerinden, daha daha nice Türkçenin tertemiz akıp gittiği tüm bu öykülerden bihaber bırakılmışız.
“Bilakis en çok inanmak istemediğimiz şeyde hakikatin en çok hissesi vardır ve bir gün herhangi bir yerde sinirlerimize hâkim olamamak korkusu ile onu reddetmiş, daha doğrusu güneşi balçıkla sıvamaya kalkmışızdır.” (Gece Kuşu öyküsünden) Türk ve dünya edebiyatında gotik, fantastik, korku vb. türlerdeki yetkin eserleri biz okurlarına ulaştıran İthaki Yayınları’na, özel olarak “Bizim Hikâye” dizisi için teşekkür etmek bir borç. Bir Yarasa Bir Kıza Âşık Oldu seçkisi de gerek Kenan Hulusi Koray’ın bu ilgi çekici öyküsünün adının kitaba verilmesi gerek dikkate değer kapak tasarımı gerekse dizi editörü Serdar Soydan’ın titiz çalışması ve ön sözüyle, umarız ki tüm okurların ilgisini çeker ve edebiyatımızın bu usta öykücüsü, öyküleriyle binlerce yıl daha yaşar.
Son olarak, bu seçkiyle yetinmeyip Kenan Hulusi Koray’ın tüm eserlerini okumak isteyen okurlar için de güzel haberlerimizi verelim: Bengü Vahapoğlu’nun yayına hazırladığı tüm eserleriyle Kenan Hulusi Koray külliyatı, şimdilik yayımlanan üç öykü kitabıyla (Bir Yudum Su, Bir Otelde Yedi Kişi ve Bahar Hikâyeleri & Son Öpüş) Kapra Yayıncılık (Karbon Kitaplar) etiketiyle, okurlarını bekliyor…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.