"Rüyalar hakkında konuşmak, filmler hakkında konuşmaya benzer; çünkü sinema rüyaların dilini kullanır, yıllar bir saniyede geçebilir ve bir mekandan diğerine sıçrayabilirsiniz. Görüntülerin meydana getirdiği bir dildir bu. Ve gerçek sinemada, her nesnenin ve her ışığın bir anlamı vardır; tıpkı bir rüyadaki gibi..." Federico Fellini, 1984 yılında Rolling Stone dergisine verdiği röportajda filmler ile rüyaları kıyaslarken, sinemasına ilişkin de bir ipucu sunuyordu aslında. İzleyicisine filmlerinde kullandığı nesnelerde –belki kendisinin de bilmediği– saklı anlamlar bulunduğunu müjdeliyordu. Mussolini döneminin zihni tembelleştiren, seyirciye pembe gözlükler takan sinemasına bir alternatifti bu; derin düşünmeye davetti. Faşist bir lider tarafından yönetilen bir toplumun gördüğü rüyalar nasıl ki bastırılmış stresin boşaltılması için de birer vesileyse, nasıl ki rüyada uyanan bu stres, eşlik ettiği sade görüntülerin yanında orantısız kalıyorsa, sinemanın ruhu da insanın içinde uyuyan tedirginlikle etkileşime geçiyordu işte.
Fellini filmlerinin ortasında
Öte yandan, rüyaların dilini kullanan bir tek sinema da olamaz; edebiyatın da bu anlamda sinemanın pek de gerisinde kalmadığını rahatlıkla söyleyebilir, Haruki Murakami'nin Tuhaf Kütüphane'si ile Ercan Kesal'ın son kitabı Bozkırda Bir Gece Yarısı'nı bu türden bir edebiyatın Türkçedeki güncel örnekleri olarak gösterebiliriz. Bu kitapların ikisi de okurda yazarların gördükleri tuhaf bir rüyayı anlattıkları hissini yaratırken, Bozkırda Bir Gece Yarısı, "Gece yarısı Fellini filmlerinin ortasına düşmüş şaşkın Anadolu köylüsü gibiydim," diyen ana karakteriyle rüyayı edebiyata, edebiyatı da sinemaya bağlıyor. Üstelik bunu yalnızca sözle yapmıyor, Behnan Shabbir'in metne eşlik eden çizimleri sözün görüntüyle ilişkisini pekiştiriyor. Ercan Kesal'ın sinemayla ilişkisi de bu bağı güçlendiriyor şüphesiz.
Hikayenin rüyalara özgü tuhaflığı ise, nerede olduğunu kimse bilmediği halde bulunduğu yerdeki sabit hatta gelen bir aramayla göreve çağrılan doktordan, her akşam telefonlaşacak kadar cumhurbaşkanıyla bile samimiyeti ilerletmiş muhtardan, muhtarın köydeki başka hiçbir şeye uymayan İskandinav mobilyalarından, civardaki en aklı başında kişi gibi görünen deliden, köye ait atıl durumdaki otobüsten, sağlık ocağına hediye edilen Alman arabasından geliyor. Bu noktada, Fellini'nin dediklerini hatırlayarak, bu rüyadaki her nesnenin bir anlam taşıdığını kabul edebilir veya anlatılan hikayeden hareketle, Türkiye'de bürokrasinin nasıl işlediğine bir kez daha şahit olup dertlenmekle yetinebiliriz.
Kitabın ana karakteri bozkırdaki bir köyün sağlık ocağında görev yaptığı, bulduğu ilk fırsatta soluğu Ankara'da kurulan bir sofrada aldığı, bu sofrada da edebiyat konuşulduğu için, kitaba daha başlar başlamaz Bozkırda Bir Gece Yarısı'nın otobiyografik bir yönü bulunduğunu hissediyoruz ama Ercan Kesal da Karar'dan İnci Döndaş'a şöyle diyor zaten: "1980'li yıllarda Anadolu'da mecburi hizmet günlerimde başımdan geçen bir olay. Kurmacalaştırılmış gerçek bir hikaye. 2016'da çıkan Cin Aynası kitabımdaki 'Köyde Sucuk Salgını' hikayesinin biraz değiştirilmiş hali."
Çizerlerin gözünden
Eğer çizimlerin işaret ettiği yerde hayal kuracak yeni fırsatlar görenlerden, öykülere bir de çizerlerin gözünden bakmayı sevenlerdenseniz İletişim Yayınları'nın bir seri olarak yayımladığı diğer kitaplara da göz atmak isteyebilirsiniz. Berat Pekmezci'nin çizimleriyle Hakan Bıçakcı'nın Otel Paranoya'sı, İlban Ertem'in çizimleriyle Emrah Serbes'in Üst Kattaki Terörist'i, Murat Başol'un çizimleriyle Mahir Ünsal Eriş'in Benim Adım Feridun'u ve Seyhan Argun'un çizimleriyle Aslı Tohumcu'nun Sevil de Sevme'si şimdilik sizi bekleyen diğer kitaplar.
Görseller: Behnan Shabbir (kitaptan)
Yeni yorum gönder