Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Todorov, Edebiyat Kavramı ve Modernizm



Toplam oy: 1139
Tzvetan Todorov
Sel Yayıncılık

 

Tzvetan Todorov şüphesiz 20.yüzyılın edebiyat camiasında, bilhassa edebiyat kuramıyla ilgili kitapları başta olmak üzere, önde gelen isimlerden biridir. Türk okuru Todorov’u Poetika’ya Giriş, Yazın Kuramı Rus Biçimcilerinin Metinleri, Fantastik: Edebi Türe Yapısal Bir Yaklaşım gibi edebi eserlerinin yanı sıra, Yeni Dünya Düzensizliği Bir Avrupa’nın Bakışıyla isimli siyasal ve toplumsal eserlerinden de tanımaktadır. Sel Yayıncılık Todorov’un La Notion de Littérature et autres essais isimli 1987 tarihli çalışmasını, “Edebiyat Kavramı ve Öteki Denemeler” adıyla yayımlayarak, Todorov’un külliyatının bütünüyle dilimize kazandırılması açısından bir adım daha atmış oldu.

 

Todorov eserinin ilk bölümünde “edebiyat” olarak isimlendirdiğimiz olgunun tanımı meselesine eğiliyor. Bu noktadan yola çıkarak Todorov bizi “edebiyat nedir?” gibi çetrefilli bir sorunun içine sürüklüyor. Edebiyatı işlevsel ve yapısal olarak iki farklı düzlemde ele aldıktan sonra, bu düzlemler bağlamında “tür meselesi” üzerine odaklanıyor. Nitekim Todorov’a göre edebiyatı türler olmadan düşünmek mümkün değildir. Alman sosyolog ve felsefeci Jürgen Habermas nasıl postmodern bakış açısının saldırılarına karşı modernizmi “henüz tamamlanmamış bir proje” olarak isimlendiriyorsa, Todorov da postmodernizmin edebiyat algısının saldırılarına karşı türlerin yok olmadığını, yok olanın türlerin eski biçimleri olduğunu ve bu yokoluşun bir anka kuşu gibi yerini yeni türlere bıraktığını ifade ediyor. Yazarın bu algısının Hegelci düşüncedeki Geist’in ya da ilk kez von Herder’in kullandığı Zeitgeist’in yani, “zamanın ruhu” kavramının edebiyat uzantılı bir yansıması olduğunu söylemek mümkün.

 

Bu noktada türlerin evrensel olarak edebiyat denen meşe ağacının birbirleriyle kesin sınırlarla ayrılmış dalları olmasından değil, Todorov’un “biçimci-yapısalcı okul” mensubu bir edebiyat insanı olmasından ötürü tür meselesi üzerine bu kadar eğildiğini göz önüne almak ve bu duruma eleştirel gözle bakmakta şüphesiz yarar var. Todorov’u batıda ünlü kılan Rus Biçimcileri’ne dair çevirisinin; zaman içinde yazarın  biçimci-yapısalcı okulun en önemli yazarlarından biri olan Roman Jacobson ve yapısalcı akımın bir başka önde giden ismi olan Roland Barthes gibi yazarlardan etkilenmesiyle sonuçlandığını söylemek mümkün. 

 

Todorov kendi senteziyle şahsına münasır bir noktada da bulunsa, onun da yapısalcı okulun içinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Zaten elimizde tuttuğumuz kitap da bu tür-yapı meselesine odağına alan bir metodoloji ve algıyla yapılan çalışmaların en mühim örneklerinden biri. Todorov’un kendisi de bu durumu inkar etmez. Örneğin Henry James’in Hayaletleri isimli bölümde şöyle der; “Tek tek öyküleri çevresine yerleştirmeye çalıştığım (bunu belki de beceremedim) merkez belki de yoktur. Ya da ne olursa olsun başka her yerde yer almaktadır: Bunun kanıtını işte benim bu öyküleri türün kalıbı içine sokmak için onları parçalamak , uyarlamak, onlara açıklayıcı notlar eklemek zorunda olmam olmuştur…”

 

Yazarın takip ettiği yapısalcı anlayışta, Fransız Dil Bilimci Ferdinand de Saussure’un çalışmaları bir başlangıç noktası olarak kabul edilir. Ancak Saussure’ün büyük yapılar ve sistemlere dair anlayışını, modernizm ve modernizme içkin olan pozitivizmden ayrı tutmak pek doğru olmayacaktır. Bu meseleler burada ele alınamayacak kadar yoğun ve derin olsalar da, söz ettiğimiz şey kabaca pozitivizmin evrensel yasa ve kümeler anlayışına tabii kılınan bir dil ve edebiyat algısıdır. Todorov’u okurken, modernist edebiyat ve dil algısına karşı, bir anti-tez olarak getirilen postmodernist, postyapısalcı düşünce, felsefe ve edebiyat algısını da göz önünde bulundurup, yazdıklarını eleştirel bir gözle süzmenin yararı olacaktır.

 

Todorov'un alet kutusu


Öte yandan eleştirilebilecek bir başka nokta, Todorov’un edebiyatı tanımlamaya çalışırken, Levi Strauss’un tabiriyle kullandığı “alet kutusu”nun, neredeyse bütünüyle batılı kuramcı ve yazarlara dair olmasıdır. Bu noktada muhtemelen okuyucu tamamıyla batılı bir alet kutusunun üzerinden yapılan konstrüktif çalışmanın, de facto batı-merkeziyetçiliğe kayıyor olduğunu görmezden gelemez. Örneğin; söz edimleri kuramında Austin ve Searle, edebiyat kuramının tarihsel yapısını oluşturmaya çalışırken, Rene ve Wallek gibi batı merkezli isimlerin ele alınışı bu durumun bir tezahürü olarak öne sürülebilir. O halde, Todorov’un tanımlamaya çalıştığı edebiyat kavramı, modernist alet kutusu ve alet kutusunu kullandığı eserlerin bu batılı yazara ait olması sebebiyle, meşruiyet bağlamında sınırlı bir coğrafyadan ötede hak iddia edebilir mi?

 

İşin batı-merkeziyetçilik ve modernist algı kısmını geçersek, Todorov’un eserinin görece en ilgi çekici noktalarından bir tanesi şüphesiz Gotik edebiyat severler için olacaktır. Todorov’un, Henry James ve Edgar Allan Poe gibi, bu akımın iki büyük yazarının eserlerini genel olarak “Gotik Tür” algısı üzerinden inceleyerek analiz etmesi okuyucuya farklı bir ufuk açıyor. Örneğin; Henry James ve Poe’yu  çözümlerken, bu isimlere hayran olan Dostoyevski ve Baudelaire’in edebi görüşlerini katması, devlere devlerin gözünden bakmak açısından hoş bir perspektif oluşturuyor. Öte yandan Edgar Allan Poe’nun dehşet ifadelerinin sınırları, Gotik hikayelerde sıkça kullanılan birincil anlatımın okuyucu üzerindeki psikolojik etkileri, Todorov’un Fantastik: Edebi Türe Yapısal Bir Yaklaşım isimli eserinde detaylıca ele almış olduğu, olağanüstü ve fantastik ayırımının Henry James ve Poe’daki yansımaları şüphesiz önemli yere sahip. Bilhassa kitapları bir doktorun ameliyat masasına yatırdığı hastası titizliğiyle inceleyen okuyucu, Todorov’un tezlerini Henry James, H.P Lovecraft, Edgar Allan Poe gibi önceki ve Ravenloft serisi, Anne Rice, Clive Barker gibi görece daha güncel gotik-korku yazarlarının kitaplarında sondajlamaya teşebbüs edince, beklediği doygunluğa varacaktır. Sözün özü; eserdeki “Henry James’in Hayaletleri” ve “Edgar Poe’nun Sınırları” isimli bölümler Todorov’un kuramından bağımsız olmasa da, Gotik okuyucunun mutlaka elinin altında bulundurması gereken çalışmalar.

 

Nihayetinde Todorov’un eseri türlere, yapılara dair kuramsal bakış açısı ve bu bağlamdaki dizesiz şiir (Baudelaire-Rimbaud, sergileme-betimleme ayrımı), öykü ve edebiyat incelemesi ve çıkarımlarıyla birlikte şahsına münasır senteziyle yapısalcı-biçimci akıma kuvvetli bir ayna oluşturuyor. Eleştirilebilecek noktalara rağmen, Todorov’un tahkikleri felsefenin de yardımıyla, dilbilim ve bilhassa edebiyatın türsel ve yapısalcı bağlamda epistemolojik fırtınasına kendini bırakmak isteyenler için biçilmiş kaftan.

 

Not: Bilhassa kitabın ilk bölümündeki; öykünme, söylence, ototelizm, geçirimsiz, bakışımlılık, sözcelenme vb gibi, kuramsal kitapların Türkçe’ye çevrilmesi esnasında ortaya çıkan sıkıntılı teknik kelimelerin bolca kullanımı edebiyat kuramı konusunda Todorov’u mutlaka okuması gereken ama bu konuya yeni başlayan edebiyat bölümü öğrencilerini ve genel okuyucuyu ilk elde yorabilir ve sıkabilir. Lakin ilerleyen bölümlerde, bu gibi teknik kullanımlar azalmaktadır. Bu yüzden okuyucunun kitabın ilk bölümünde sabırlı olması ve akıcılığın sayfalar ilerledikçe ivme kazanarak sorun olmaktan çıkacağını göz önüne alması,  bu önemli kitabın ilk kısmında demoralize olmaması açısından yararlı olacaktır.

 

 

 

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.