Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

A) Tolstoy; B) Dostoyevski; C) İkisi de; D) Hiçbiri



Toplam oy: 1034
George Steiner
İş Bankası Kültür Yayınları
George Steiner’ın çalışması klasik eserler, üsluplar, eleştiri kuramı çerçevesinde gerçekten de ufuk açıcı bir okuma vaat ediyor; daha da önemlisi, farklı okumalara kapı açıyor.

Tolstoy mu, Dostoyevski mi? Öyle kolayca cevaplanabilecek bir soru değil George Steiner’ın ortaya attığı. Belki ilk başta, Tolstoy’a ya da Dostoyevski’ye belli bir “yakınlık” hissiyle cevap verilebilir ama bu cevabın peşi sıra sorulabilecek “Peki neden” sorusuna birkaç cümle ile açıklama getirmek bir hayli zorlayıcı olabilir; oturup hakkında pekala bir kitap bile yazılabilir. George Steiner’ın yaptığı da bu olmuş zaten! 

 

George Steiner, roman sanatı ile 19. yüzyıl Rus ve Amerikan romanının özellikleri üzerinde de duruyor çalışmasında ya da Tolstoy’un ve Dostoyevski’nin eserlerini diğer klasik yazarların eserleriyle de karşılaştırıyor (Örneğin Gustave Flaubert’in Madam Bovary’si ile Tolstoy’un Anna Karenina’sı, Robert Louis Stevenson’un Dr. Jekyll ve Bay Hyde’ı ile Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı) ama tabii asıl mesele, başlıktaki o soru. Her iki dev yazarın benzerlik alanları da gözler önüne serilmiş serilmesine ama kitabın ruhu, büyük oranda, Tolstoy ile Dostoyevski’nin farklılaştıkları noktalarda saklı. Bir taraftan da şunu sormadan edemiyoruz tabii; Savaş ve Barış, Karamazov Kardeşler, Anna Karenina, Budala, Diriliş, Ecinniler vd arasında neden bir seçim yapalım illa? İkisi de deyip sıyrılsak işin içinden ya da Rus edebiyatının birkaç isimden ibaret olmadığını hatırlatmak üzere spekülatif bir “hiçbiri” cevabını versek... 

Anlaşılan o ki, Rus edebiyatı uzmanları da bir fikir birliğine varabilmiş değiller. Zamanında The Millons’dan Kevin Hartnett, George Steiner’ın bu çalışmasından hareketle sekiz uzmana görüşlerini sormuş; cevaplar muhtelif... Benim “uzman olmayan” görüşüm de, kitaplara sığınmak yönünde olurdu sanırım; mesela, her iki yazarın da biyografisini kaleme almış olan Henri Troyat’yı hatırlatırdım. Troyat’nın Türkçede de yayımlanan bu iki biyografi kitabı arasındaki fark şöyle: Dostoyevski kitabı yaklaşık 450 sayfa, Tolstoy kitabı ise 1000!

 

Rus filozof Nikolay Berdyaev ise bir adım daha öteye giderek insanları iki tipe ayırmış; Tolstoy düşüncesine yatkın kişiler ve Dostoyevski düşüncesine yatkın kişiler olarak... Peki nedir bu düşünceler? “Okur, bu yazarların ikisini de romanın belli başlı ustaları olarak görebilir; yani, onların romanlarında son derece kapsayıcı ve derine nüfuz eden bir hayat tasvirinin bulunduğunu düşünebilir. Ama biraz sıkıştırılırsa, mutlaka ikisinden birini tercih edecektir. Eğer tercihinin ne olduğunu ve niye böyle bir tercih yaptığını söylerse, bence o kişinin ruhuna nüfuz etmiş olursunuz. Tolstoy ile Dostoyevski arasında yapılan seçim, varoluşçuların ‘angajman’ dedikleri şeyin göstergesidir; bu seçim insanın düş gücünü kader, tarihin geleceği ve Tanrı’nın gizemi konularında birbirine taban tabana zıt olan iki farklı yorumdan birine bağlar.”

 

Sonuçta cevabımız ne olursa olsun, George Steiner’ın çalışması klasik eserler, üsluplar, eleştiri kuramı çerçevesinde gerçekten de ufuk açıcı bir okuma vaat ediyor; daha da önemlisi, farklı okumalara kapı açıyor.

 

 


 

 

* Görsel: Onur Atay

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.